güzelleme
direnmek güzeldir ellerine
bir yasemin kadar açmış kederini
geçerken tenin çaresizliği bir şiiri bir aşkı
sevişmek güzeldir
ne olurdu eve dönseydi bütün babalar
oyunlara kara haberler saçılmasaydı
yenilemek gerek bugün odalarını geçmişin
başlamak güzeldir
güzeldir seninle çay bahçeleri
seninle acılar, kavuşmalar, ihanet bile belki
ne olurdu bitmeseydi, baharın yüz görümlüğü
düşlemek güzeldir
seninle güzeldir çelişik duyumsamalar
bir mutluluk bir ölüm sessizliği
bütün ömrünce beklediğinden
vazgeçmek güzeldir
2009-04-06
5 Nisan 2009 Pazar
uzakta
uzakta
bir uzak laciverde takılır gözlerin
sabahların içinden kadife boşluklardan akan
unutulmuş bir yaranın izine gülümsemek
bunca unutuş içinde mıhlanıp kalmak
ben geçmiş zamanlardan topluyorum baharlarımı
sen düşlerimi giyiyorsun yalnızlığımın esrarını buruşturarak
okşadım kirpiklerini, bitti gün
olasılıkların erdemli başlangıcı bir yüreğin bir yüreğe atışı
sular bile yorgun sevgilim kanamaktan
onca zaman döne döne hiçleşti sensizliğim
yılların aktığı kuyulardan yüzün gülümsedi
gözlerin uzak iklimlere özlemimdi
ağlıyorsun tek günahkârı gibi aşkın imkansızını tutuşturarak
kapattım perdeleri, bitti gün
gelmedin
nisan 2009-04-06
bir uzak laciverde takılır gözlerin
sabahların içinden kadife boşluklardan akan
unutulmuş bir yaranın izine gülümsemek
bunca unutuş içinde mıhlanıp kalmak
ben geçmiş zamanlardan topluyorum baharlarımı
sen düşlerimi giyiyorsun yalnızlığımın esrarını buruşturarak
okşadım kirpiklerini, bitti gün
olasılıkların erdemli başlangıcı bir yüreğin bir yüreğe atışı
sular bile yorgun sevgilim kanamaktan
onca zaman döne döne hiçleşti sensizliğim
yılların aktığı kuyulardan yüzün gülümsedi
gözlerin uzak iklimlere özlemimdi
ağlıyorsun tek günahkârı gibi aşkın imkansızını tutuşturarak
kapattım perdeleri, bitti gün
gelmedin
nisan 2009-04-06
kuyu
kuyu
kız:
anladım sesin yok bugün
çiçeksiz dallar geçti yolumdan
bir dertli şair kolumdan tuttu
kaybettim dedi yolumu, aslımı ararken
şair:
bir kayboluş değil ki sevda
uyanmak yarından şimdisiz
inciler biriktirmek çocukluğuna
ayrılık sinmiş kısa anlardan
kız:
çıktım bu seyirden yorgunum yine
çoktan bozdum oyunu, geri çekildim yine
yalanım yoktu öğrendim
yalnızlığı, insanoğlunu
ateşi yani suyu
şair:
sözcükler giyinmiş içimizi
gölgesiyiz yalnız hiçliğin
sinsi bir ölümle gelsen de
yine de armağansın ömrüme
al umudu kaldırımdan
kuru ekmek parçası
ıslanıp yem olur kuşlara
içine çek nisanı düşlerini anımsa
kız:
toprak rüzgâra karışınca
buldu başlangıcı
soldu gün gecede
böyle bir sevdadan doğdum gizlice
şairim dedi aşk ve acı başımla birlikte
saçak altlarında söyleşiriz yağmurla
sevda olur düşeriz kendimize
şair:
oysa deniz sanki bizi çırpınıyor
pencerede küllenen ışık
sönen mum hurda bir güvertede
kız:
çözülmüştü saçlarım koşamadım anneme
iki yüzü de ayna baktım durgun zamana
kuyuya düştü yüzüm
mayıs 2008
kız:
anladım sesin yok bugün
çiçeksiz dallar geçti yolumdan
bir dertli şair kolumdan tuttu
kaybettim dedi yolumu, aslımı ararken
şair:
bir kayboluş değil ki sevda
uyanmak yarından şimdisiz
inciler biriktirmek çocukluğuna
ayrılık sinmiş kısa anlardan
kız:
çıktım bu seyirden yorgunum yine
çoktan bozdum oyunu, geri çekildim yine
yalanım yoktu öğrendim
yalnızlığı, insanoğlunu
ateşi yani suyu
şair:
sözcükler giyinmiş içimizi
gölgesiyiz yalnız hiçliğin
sinsi bir ölümle gelsen de
yine de armağansın ömrüme
al umudu kaldırımdan
kuru ekmek parçası
ıslanıp yem olur kuşlara
içine çek nisanı düşlerini anımsa
kız:
toprak rüzgâra karışınca
buldu başlangıcı
soldu gün gecede
böyle bir sevdadan doğdum gizlice
şairim dedi aşk ve acı başımla birlikte
saçak altlarında söyleşiriz yağmurla
sevda olur düşeriz kendimize
şair:
oysa deniz sanki bizi çırpınıyor
pencerede küllenen ışık
sönen mum hurda bir güvertede
kız:
çözülmüştü saçlarım koşamadım anneme
iki yüzü de ayna baktım durgun zamana
kuyuya düştü yüzüm
mayıs 2008
veda
veda *
aynalar da buz tuttu sesim de
dokunamam ki sarılıyız dikenli tellere
gün boyu terleyen bir ağaç gibi beklesem de
kal diyemem ki ille özgürlük önce
bembeyaz bir çarşaf seremedim yanılgılara
kiri sökülmedi özlemlerin, kırgınlıkların
çocukça yalanlarla girdin sıcağıma
öpüşünün damgası kururken terimde
şarkılarla, şiirlerle, yasak sevgilerle
ölümcül ihanetler biriktirsem de
gel diyemem ki ille özgürlük önce
dişil yaseminler takıp hasretlerine
inançlar süzerim boşluklarından
bu mercan yalnızlık kalır sinimde
alev alev saçıldığın kasırgalardan
bin pişman yollarım seni kıyısız sürgünlere
nilüfer altunkaya
*anafilya- nisan
aynalar da buz tuttu sesim de
dokunamam ki sarılıyız dikenli tellere
gün boyu terleyen bir ağaç gibi beklesem de
kal diyemem ki ille özgürlük önce
bembeyaz bir çarşaf seremedim yanılgılara
kiri sökülmedi özlemlerin, kırgınlıkların
çocukça yalanlarla girdin sıcağıma
öpüşünün damgası kururken terimde
şarkılarla, şiirlerle, yasak sevgilerle
ölümcül ihanetler biriktirsem de
gel diyemem ki ille özgürlük önce
dişil yaseminler takıp hasretlerine
inançlar süzerim boşluklarından
bu mercan yalnızlık kalır sinimde
alev alev saçıldığın kasırgalardan
bin pişman yollarım seni kıyısız sürgünlere
nilüfer altunkaya
*anafilya- nisan
körebe
körebe
denizin mavi turuncu başlangıcına dön yüzünü
sesini bıraktığın şiirlerden büyü hasretle
gülümseyen aydınlığın bana aksın
çocuklar saçılsın sokaklara
bir müjdeyle dolsun odalar evler
gelinler, kızlar sıyrılsın saçak altlarından
silinsin yoksulluğun izi babaların yakasından
sana baharın ılık yağmurları gibi saklandım
ilk adımı gibi kırlarda ölü bir gelinciğin
kaldırımların hıçkırığı, kekeme ölümü gibi köylerin
dağ başlarının, durgun göllerin yeşil umudu gibi
terk etmek gibi bu şehri başucunda bir zarf bırakıp
kurgulanmış intiharlar, yasak sevişler
baştan aşağı özgürlük kokan devrimci tutkular
seni saran uzamın kanatlanışı gibi her aşktan
sırıl sıklam saklandım sana
ayrılmayacağız
kimse duymadan ilişiverecek sesim sesine
bir masalı uyuyup bir düşü sayıklayacağız
günler geceler boyu zamanı uyuyacağız
Nilüfer ALTUNKAYA
denizin mavi turuncu başlangıcına dön yüzünü
sesini bıraktığın şiirlerden büyü hasretle
gülümseyen aydınlığın bana aksın
çocuklar saçılsın sokaklara
bir müjdeyle dolsun odalar evler
gelinler, kızlar sıyrılsın saçak altlarından
silinsin yoksulluğun izi babaların yakasından
sana baharın ılık yağmurları gibi saklandım
ilk adımı gibi kırlarda ölü bir gelinciğin
kaldırımların hıçkırığı, kekeme ölümü gibi köylerin
dağ başlarının, durgun göllerin yeşil umudu gibi
terk etmek gibi bu şehri başucunda bir zarf bırakıp
kurgulanmış intiharlar, yasak sevişler
baştan aşağı özgürlük kokan devrimci tutkular
seni saran uzamın kanatlanışı gibi her aşktan
sırıl sıklam saklandım sana
ayrılmayacağız
kimse duymadan ilişiverecek sesim sesine
bir masalı uyuyup bir düşü sayıklayacağız
günler geceler boyu zamanı uyuyacağız
Nilüfer ALTUNKAYA
2 Nisan 2009 Perşembe
şair ve kız
şair ve kız
şair; yorgunum imgelerin telaşından
kız; susmaktan
şair; her renksin sen gözlerin esmer
kız; üşümekten
şair; umudum yok kendimden yana
kız; kanamaktan
şair; bak bunlar senin için
yaprakları suya dalmış söğütler
göç etmeyi unutmuş leylekler
sesinin kuytusunda açmış kardelen
yeniden gençliğine saçılmış aşklar
kız; beklemekten
şair; kavuşsak diyorum bazen
kız; ölmeden
nisan 2009
şair; yorgunum imgelerin telaşından
kız; susmaktan
şair; her renksin sen gözlerin esmer
kız; üşümekten
şair; umudum yok kendimden yana
kız; kanamaktan
şair; bak bunlar senin için
yaprakları suya dalmış söğütler
göç etmeyi unutmuş leylekler
sesinin kuytusunda açmış kardelen
yeniden gençliğine saçılmış aşklar
kız; beklemekten
şair; kavuşsak diyorum bazen
kız; ölmeden
nisan 2009
çiğ damlası
çiğ damlası
yüzün dökülür sokağa yorgun
mavi boşluğundan tutar ölümün
sabah serinliğinde kendine akan
çiğ damlası gibi düşersin içime
okşarım duvarlarını son nefesimle
ağdalanır hiçliği ömrümün
tenim ayrılık sorgusudur
boşuna üşürsün öpme
yüzün dökülür sokağa yorgun
mavi boşluğundan tutar ölümün
sabah serinliğinde kendine akan
çiğ damlası gibi düşersin içime
okşarım duvarlarını son nefesimle
ağdalanır hiçliği ömrümün
tenim ayrılık sorgusudur
boşuna üşürsün öpme
25 Mart 2009 Çarşamba
gitme
gitme
iyi yürekli çilekeş sevdiğim
Filistin bakışlım acılı ülkem
açlıkla soylu iklimim siyahım
ellerim ellerim kaldı tenine sürgün
gözlerim gözlerim eyvahıdır sevdanın
grileşmiş devrim bekleyen kuytum
gitme ben kasımda ölürüm
yağmursuz sarı bir gün
okşar kapını yeryüzüm
bir zaman koyduk kristal
bir yaşam bizden sonraya
bir masal umudun kıyısına
iyi yürekli yalansız sevdiğim
soluğuna çiçeklenen bahar olaydım
yazgına tomurcuklu dallar açaydım
gitme bu cinnet çağı bu deli figan
barışçıl şiirlerini bile üşütür
yokluğum gencecik canına kıyar
bir çekimsiz düş çoğaltma senden
bir eksik çığlık sahipsiz günah
bu çocuğu tanrısız bırakıp gitme
Nilüfer ALTUNKAYA
Ocak 2009
iyi yürekli çilekeş sevdiğim
Filistin bakışlım acılı ülkem
açlıkla soylu iklimim siyahım
ellerim ellerim kaldı tenine sürgün
gözlerim gözlerim eyvahıdır sevdanın
grileşmiş devrim bekleyen kuytum
gitme ben kasımda ölürüm
yağmursuz sarı bir gün
okşar kapını yeryüzüm
bir zaman koyduk kristal
bir yaşam bizden sonraya
bir masal umudun kıyısına
iyi yürekli yalansız sevdiğim
soluğuna çiçeklenen bahar olaydım
yazgına tomurcuklu dallar açaydım
gitme bu cinnet çağı bu deli figan
barışçıl şiirlerini bile üşütür
yokluğum gencecik canına kıyar
bir çekimsiz düş çoğaltma senden
bir eksik çığlık sahipsiz günah
bu çocuğu tanrısız bırakıp gitme
Nilüfer ALTUNKAYA
Ocak 2009
kıyıda
kıyıda
bir koya bakan gün batımında
birbirimize intiharımızı geciktirebilirdik
rüzgârın dağıttığı küllerimizi
suya gömen şiirlerle
öpüşebilirdik
gözlerine çocukluğum bakardı
bir oyuna dolanarak soyardık karanlığı
acı yeşil gelmeler
kıpkızıl gitmeler ertesinde
çağcıl cinnetlere koşabilirdik
deniz kabuğu gibi bedenlerimizi
ölümün kara deliğine atabilirdik
okyanusun tuzlu yalnızlığına
el ele koşabilirdik
birbirimize intiharımızı geçiştirebilirdik
aralık 2008
Nilüfer ALTUNKAYA
bir koya bakan gün batımında
birbirimize intiharımızı geciktirebilirdik
rüzgârın dağıttığı küllerimizi
suya gömen şiirlerle
öpüşebilirdik
gözlerine çocukluğum bakardı
bir oyuna dolanarak soyardık karanlığı
acı yeşil gelmeler
kıpkızıl gitmeler ertesinde
çağcıl cinnetlere koşabilirdik
deniz kabuğu gibi bedenlerimizi
ölümün kara deliğine atabilirdik
okyanusun tuzlu yalnızlığına
el ele koşabilirdik
birbirimize intiharımızı geçiştirebilirdik
aralık 2008
Nilüfer ALTUNKAYA
4 Mart 2009 Çarşamba
çağrı
çağrı
seni çağırsam iskeleye yanaşan bir vapur olup
içinden çıksam izmir’in yırtılsam bakışından
yağmur yağmur koşsam her seher vakti
gelsem sesine konan martılara tutunsam
hangi gökyüzüne inanırdın hangi korkuluğa sarılırdın
hangi sevdaya hangi sabahtan arınmak için
seni çağırsam en karanlık sokağından istanbul’un
bıçaklanmış aşkı uğruna, fırlatılmış yoksulluğa
tütüne, şaraba, siyah yalanlara bulaşmış
gelsem uzak zamanlardan yarana tuz diye ağlasam
hangi şiirleri çağırırdın hangi mutlaklığı sorgulardın
hangi yalnızlığa hangi arafdan kurtulmak için
damla damla aksam her susuzluğa
gelsem dağ başlarından kuytu ovalardan
seni çağırsam gün aşırı değişen bir iklim olup
çocukluğundan yaratsam seni tertemiz bir aşkla
hangi sevincime inanırdın hangi ölüme sığınırdın
hangi tanrıya hangi günahtan arınmak için
Nilüfer ALTUNKAYA
seni çağırsam iskeleye yanaşan bir vapur olup
içinden çıksam izmir’in yırtılsam bakışından
yağmur yağmur koşsam her seher vakti
gelsem sesine konan martılara tutunsam
hangi gökyüzüne inanırdın hangi korkuluğa sarılırdın
hangi sevdaya hangi sabahtan arınmak için
seni çağırsam en karanlık sokağından istanbul’un
bıçaklanmış aşkı uğruna, fırlatılmış yoksulluğa
tütüne, şaraba, siyah yalanlara bulaşmış
gelsem uzak zamanlardan yarana tuz diye ağlasam
hangi şiirleri çağırırdın hangi mutlaklığı sorgulardın
hangi yalnızlığa hangi arafdan kurtulmak için
damla damla aksam her susuzluğa
gelsem dağ başlarından kuytu ovalardan
seni çağırsam gün aşırı değişen bir iklim olup
çocukluğundan yaratsam seni tertemiz bir aşkla
hangi sevincime inanırdın hangi ölüme sığınırdın
hangi tanrıya hangi günahtan arınmak için
Nilüfer ALTUNKAYA
28 Şubat 2009 Cumartesi
adak ağacı
adak ağacı
şiirlerimi astığım adak ağacı
içini kemirse de kurtlar
direnir dimdik başı
baltalanırken bile inanır
gelecek güzel günlere
insan eliyle sunulmuş
acıdan payını alıp
saçılır gemilere kıyısız
bekleyemez denizi
kimse bilmez içini
baharsız düşlerini
geçtiği yollar olur bekleyiş
karışır tadına hasret sevincin
aşktır bile isteye çilesi
köklerinde toprağın hiçliği
şiirlerimi astığım adak ağacı
sustuğun gün ölürsün
öldüğün gün değil
Aralık 2006
şiirlerimi astığım adak ağacı
içini kemirse de kurtlar
direnir dimdik başı
baltalanırken bile inanır
gelecek güzel günlere
insan eliyle sunulmuş
acıdan payını alıp
saçılır gemilere kıyısız
bekleyemez denizi
kimse bilmez içini
baharsız düşlerini
geçtiği yollar olur bekleyiş
karışır tadına hasret sevincin
aşktır bile isteye çilesi
köklerinde toprağın hiçliği
şiirlerimi astığım adak ağacı
sustuğun gün ölürsün
öldüğün gün değil
Aralık 2006
varyete
varyete
uyurken sen
susar toprak
susar menekşe rengini
kirpiğinde çiğ damlası özgürlük
susar deniz kokusunu
iki yitik el
kavuşur birbirine
susar ten
uyanırsın
iyilik çiçek açar
kenetlenir yoksul evlere bahar
bir çocuk taş atar kırılır acı
nazlanır sevdasına başaklar
yırtıcı ve sevişken
çiftleşir iki yazgı
bir çingene şehrin kıyısında ölüm
gün değer saçlarına
uyurken sen
susar toprak
susar menekşe rengini
kirpiğinde çiğ damlası özgürlük
susar deniz kokusunu
iki yitik el
kavuşur birbirine
susar ten
uyanırsın
iyilik çiçek açar
kenetlenir yoksul evlere bahar
bir çocuk taş atar kırılır acı
nazlanır sevdasına başaklar
yırtıcı ve sevişken
çiftleşir iki yazgı
bir çingene şehrin kıyısında ölüm
gün değer saçlarına
bir gecenin şiiri
bir gecenin şiiri
üç beş dize bölüştük
bir kadın üşütür beni
bakınca sesizliğini göreceğim
kayığı okşayan karanlık geceyi
bakışlarında gezineceğim
önce karşıma oturdu
saçlarında gençliğim darmadağın
elini saçlarına götürüşünde
susamışlığımı ıslatan
bin bir yürek çarpıntısı
sonra kendine gitti
tiryaki soluğum kahkahalar atacak
sokaksız evleriyle ardından
yalana boğulmuş şehir
ağlasam yıkılacak
kafamız karıştı
alaturka ezgisinde bu tutkunun
aynı yerdeyim yıllar sonra
bir pencerelik yaşamımdan geriye
her mevsim aydınlanan umudun kaldı
aşk bir devrin kendini geceye kusmasıydı
her köşe başında beni boşuna ağlattı
üç beş dize bölüştük
bir kadın üşütür beni
bakınca sesizliğini göreceğim
kayığı okşayan karanlık geceyi
bakışlarında gezineceğim
önce karşıma oturdu
saçlarında gençliğim darmadağın
elini saçlarına götürüşünde
susamışlığımı ıslatan
bin bir yürek çarpıntısı
sonra kendine gitti
tiryaki soluğum kahkahalar atacak
sokaksız evleriyle ardından
yalana boğulmuş şehir
ağlasam yıkılacak
kafamız karıştı
alaturka ezgisinde bu tutkunun
aynı yerdeyim yıllar sonra
bir pencerelik yaşamımdan geriye
her mevsim aydınlanan umudun kaldı
aşk bir devrin kendini geceye kusmasıydı
her köşe başında beni boşuna ağlattı
düşün bittiği yer
düşün bittiği yer
selamımı iletti mi
kalabalığın gölgesinde uyuyan başıboş cadde
varlığın bilincine saplı rotasız vapur
içildikçe demlenmemiş çay
düştükçe yürümemiş çocuk
bir salkım üzüm
dişlenmiş erik
erken kalkan cenaze
nargile marpucunda üşüyen dudak
döl yatağında oğulsuz ana
eşkali yok bir yan kesici
yaz sıcağında dörtnala rüzgâr
üç günlük kedi yavrusu
yarım sönmüş sigara
sarıyağız delikanlı öfkesi
mahçup dillenmemiş yarası
hırsla kapanan tavla
kendine sapan sokak
soluğunla buğulanan gözleri yalnızlığın
bu kördövüş bu akıntı bu düzenbaz yakarış
zamanın ayak izlerini duymak yıllar önce
kendi içine ürpererek girmesi insanın
ağlayan bir çocuk bulması
can çekişen oyuncaklar arasında
düşün bittiği yerde
gözlerin mi her yerde
yüzün mü gerilmiş dört bir yanıma
elimi uzatınca suskunluğuna
nasıl böyle yalınkanat peşimde kuşlar
selamımı iletti mi
kalabalığın gölgesinde uyuyan başıboş cadde
varlığın bilincine saplı rotasız vapur
içildikçe demlenmemiş çay
düştükçe yürümemiş çocuk
bir salkım üzüm
dişlenmiş erik
erken kalkan cenaze
nargile marpucunda üşüyen dudak
döl yatağında oğulsuz ana
eşkali yok bir yan kesici
yaz sıcağında dörtnala rüzgâr
üç günlük kedi yavrusu
yarım sönmüş sigara
sarıyağız delikanlı öfkesi
mahçup dillenmemiş yarası
hırsla kapanan tavla
kendine sapan sokak
soluğunla buğulanan gözleri yalnızlığın
bu kördövüş bu akıntı bu düzenbaz yakarış
zamanın ayak izlerini duymak yıllar önce
kendi içine ürpererek girmesi insanın
ağlayan bir çocuk bulması
can çekişen oyuncaklar arasında
düşün bittiği yerde
gözlerin mi her yerde
yüzün mü gerilmiş dört bir yanıma
elimi uzatınca suskunluğuna
nasıl böyle yalınkanat peşimde kuşlar
20 Şubat 2009 Cuma
pencere
/Bu sabah pencereni açacaksın. Serinleyen bir avlu gibi ferahlayacak yüreğin. Gözyaşını avucunda saklarken birdenbire yokluğu kalacak sana. Beni anımsayacaksın.
Pencerende gün sabahın çelimsiz atıyla salınacak. Tuhaf bir eksiklik duyacaksın yanı başında. Akşam hıçkırarak okuduğun bir şiir geçecek umutsuzluğundan. Beni anımsayacaksın.
Yorgun bir dağ alçalıp doruklardan, tutunacak akıp giden zamana.
Yapraklar sararmış boşluklar bırakarak salınacak mevsimin sularında.
Yorulduğunu, azaldığını, bocaladığını duyumsayacaksın. Ellerimi anımsayacaksın.
Bu sabah bomboş bir şehre uyanacaksın. Kalabalıklar tüketecek en duyarlı sevinçlerini. Sesinin renkleri solacak önce, sonra o şiiri unutacaksın, dize dize…
İşte o zaman bu bomboş şehir yenilecek şiddetsiz bir depreme. Bir çocuk masumluktan ölecek, yıllanmış bir mayına ansızın basarak. Mutluluğa acıkmış bir kadın ilk günahın koynuna gururla girecek. Ve yağmur hınçla yağsa da yıkayamayacak suçlarımızı.
O zaman benden vazgeçeceksin.
Bu sabah pencereni ayrılığa açacaksın. Kuşlar ölümün salkımları gibi salınacak kapkaranlık göğe. Adımını attığın uçurumlar boşuna kucaklayacak gövdeni. Kurumuş kabuklarıyla yaralarının incecik kanadığına sevineceksin. Böylesi daha iyi oldu, diyecek vicdanın. O sesi duymamak için ıslıkla geçeceksin yalnızlığının koridorlarından. İçinden delik deşik aktığımız anılar, duvarlara yüzümün bin bir halini çivileyecek . Boşuna kaçacaksın. /
Pencerende gün sabahın çelimsiz atıyla salınacak. Tuhaf bir eksiklik duyacaksın yanı başında. Akşam hıçkırarak okuduğun bir şiir geçecek umutsuzluğundan. Beni anımsayacaksın.
Yorgun bir dağ alçalıp doruklardan, tutunacak akıp giden zamana.
Yapraklar sararmış boşluklar bırakarak salınacak mevsimin sularında.
Yorulduğunu, azaldığını, bocaladığını duyumsayacaksın. Ellerimi anımsayacaksın.
Bu sabah bomboş bir şehre uyanacaksın. Kalabalıklar tüketecek en duyarlı sevinçlerini. Sesinin renkleri solacak önce, sonra o şiiri unutacaksın, dize dize…
İşte o zaman bu bomboş şehir yenilecek şiddetsiz bir depreme. Bir çocuk masumluktan ölecek, yıllanmış bir mayına ansızın basarak. Mutluluğa acıkmış bir kadın ilk günahın koynuna gururla girecek. Ve yağmur hınçla yağsa da yıkayamayacak suçlarımızı.
O zaman benden vazgeçeceksin.
Bu sabah pencereni ayrılığa açacaksın. Kuşlar ölümün salkımları gibi salınacak kapkaranlık göğe. Adımını attığın uçurumlar boşuna kucaklayacak gövdeni. Kurumuş kabuklarıyla yaralarının incecik kanadığına sevineceksin. Böylesi daha iyi oldu, diyecek vicdanın. O sesi duymamak için ıslıkla geçeceksin yalnızlığının koridorlarından. İçinden delik deşik aktığımız anılar, duvarlara yüzümün bin bir halini çivileyecek . Boşuna kaçacaksın. /
17 Şubat 2009 Salı
iz
iz
ay yağardı sonra sesler
koca bir düş topunu oynardık
yalansız yalınayak
ışıktan bir salıncak başlangıcımız
mesafeler buzdan
pencereydi boşluğa sevda
kuyulara bastık karanlık
ölü yıldızlar
sonra sesler
yoksulluk saçar sofram
buyur aç kapağını düşün
seril yalnızlığa
hasretin kıyılarına vuran
bedeli uzak suçum
korku korku geçtiğim
sazlıklarında özgürüm
yaprak tazeliği yuvamda gün
kapı komşum aşk
külüme muhtaç
gel yine de GEL dünden yarından
git ne zaman istersen nereye kime
yol bu yolculuk
kimsiz kimsesiz zaten
bahçemizde biz
bizden kalmış birer izdik
Nilüfer ALTUNKAYA
2004 –07 Eskişehir
ay yağardı sonra sesler
koca bir düş topunu oynardık
yalansız yalınayak
ışıktan bir salıncak başlangıcımız
mesafeler buzdan
pencereydi boşluğa sevda
kuyulara bastık karanlık
ölü yıldızlar
sonra sesler
yoksulluk saçar sofram
buyur aç kapağını düşün
seril yalnızlığa
hasretin kıyılarına vuran
bedeli uzak suçum
korku korku geçtiğim
sazlıklarında özgürüm
yaprak tazeliği yuvamda gün
kapı komşum aşk
külüme muhtaç
gel yine de GEL dünden yarından
git ne zaman istersen nereye kime
yol bu yolculuk
kimsiz kimsesiz zaten
bahçemizde biz
bizden kalmış birer izdik
Nilüfer ALTUNKAYA
2004 –07 Eskişehir
14 Şubat 2009 Cumartesi
adres
bu kırmızı sarnıcın neresindeyim
gül yüzünde salınan umutsuzluğun
bu denizsiz,aşksız,karanlık kentin
bu kapkara çığlığın neresindeyim
günü güne düğümledim boşuna
düşlerini siyah beyaz soludum
ne korkum kaldı ne cesaretim
geçmemiş bir geçmişin neresindeyim
yıkık bir manastıra çekip gittiğin,
şeytanlarla cinnetlerden kayıp düştüğün,
ıssızlıktan korkuyla inlediğin,
çocukça bir ısrarla sevgiler düşlediğin,
ışıltılı bir imgeyi şiirden elediğin,
bir öpüşü derlediğin, sessizce kanadığın, boşuna acıdığın,
yemyeşil özlemlerle bana koşup sarıldığın,
yalnızlıktan ağladığın, sığlıklarda çırpındığın, güzüne güneş diye saçtığın
bu sevdanın neresindeyim
bu kırmızı sarnıcın neresindeyim
gül yüzünde salınan umutsuzluğun
bu denizsiz,aşksız,karanlık kentin
bu kapkara çığlığın neresindeyim
günü güne düğümledim boşuna
düşlerini siyah beyaz soludum
ne korkum kaldı ne cesaretim
geçmemiş bir geçmişin neresindeyim
yıkık bir manastıra çekip gittiğin,
şeytanlarla cinnetlerden kayıp düştüğün,
ıssızlıktan korkuyla inlediğin,
çocukça bir ısrarla sevgiler düşlediğin,
ışıltılı bir imgeyi şiirden elediğin,
bir öpüşü derlediğin, sessizce kanadığın, boşuna acıdığın,
yemyeşil özlemlerle bana koşup sarıldığın,
yalnızlıktan ağladığın, sığlıklarda çırpındığın, güzüne güneş diye saçtığın
bu sevdanın neresindeyim
10 Şubat 2009 Salı
kadavra
kadavra
yüzünü kapatarak çıkma sokağa
düşersen ölümün kollarına
erken inen bir haziran sıcağında
kendine yalansız bir soru gibi
kimler vurulmadı ki yüreği yangın
kurşun tüküren bir gecede korkmadan
yürüye
yürüye
gökyüzünden sarkan savaşın memeleri
sığınağı yok yüzyılımızın
yıkıntılar içinde koşarken
yeniden ölür mü ölür insan
toprağa emzirir analar efkarını
neler doğar gün doğmadan
bağıra
çağıra
beyaz yüzü gerilmiş yalnızlığın
cebinde yaşanmamış yıllar
koklayınca yeryüzü koca bir çiçek
kirpiğinde şafak bozgunu bal rengi
o öpüşme kalsın dilimizin altında
çoğala
çoğala
kuşanmış da geliyor dağlarını
kan sesi hıncahınç bahar
çocuklarla büyütüyoruz uyanmanın düşünü
terli göğsünde geleceğin
adımız sevdaya rehin
gerisi kadavra çürütür kokusunu
acımızı
azalta
azalta
y ü z ü n ü k a p a t a r a k ç ı k m a s o k ağ a
yüzünü kapatarak çıkma sokağa
düşersen ölümün kollarına
erken inen bir haziran sıcağında
kendine yalansız bir soru gibi
kimler vurulmadı ki yüreği yangın
kurşun tüküren bir gecede korkmadan
yürüye
yürüye
gökyüzünden sarkan savaşın memeleri
sığınağı yok yüzyılımızın
yıkıntılar içinde koşarken
yeniden ölür mü ölür insan
toprağa emzirir analar efkarını
neler doğar gün doğmadan
bağıra
çağıra
beyaz yüzü gerilmiş yalnızlığın
cebinde yaşanmamış yıllar
koklayınca yeryüzü koca bir çiçek
kirpiğinde şafak bozgunu bal rengi
o öpüşme kalsın dilimizin altında
çoğala
çoğala
kuşanmış da geliyor dağlarını
kan sesi hıncahınç bahar
çocuklarla büyütüyoruz uyanmanın düşünü
terli göğsünde geleceğin
adımız sevdaya rehin
gerisi kadavra çürütür kokusunu
acımızı
azalta
azalta
y ü z ü n ü k a p a t a r a k ç ı k m a s o k ağ a
F tipi
F TİPİ
HÜCREM ÇİÇEK AÇTI BAHARA
KUŞ OLDUM DALLARINDA
YANGINA KIYI BEDENİMLE
YOL OLDUM UÇURUMA
SERDİM İNSANLIĞIMI
KOŞULSUZ ÖZGÜRLÜĞE
SU OLDUM SONSUZLUĞA
ÖLÜM DEĞİL BUNUN ADI
DAMLA DAMLA SIZAN
KAN OLDUM YALNIZLIĞA
OCAK 2007
HÜCREM ÇİÇEK AÇTI BAHARA
KUŞ OLDUM DALLARINDA
YANGINA KIYI BEDENİMLE
YOL OLDUM UÇURUMA
SERDİM İNSANLIĞIMI
KOŞULSUZ ÖZGÜRLÜĞE
SU OLDUM SONSUZLUĞA
ÖLÜM DEĞİL BUNUN ADI
DAMLA DAMLA SIZAN
KAN OLDUM YALNIZLIĞA
OCAK 2007
neritel
neritel
çarmıha gerilen karanlık saatlerde
fahişe kaldırımlar yalnızlığımız
bir adam öylesine yürür geçmişe
bir kadın geleceği solar
kirpiğinden sökülmüş gözleriyle
kurşuna dizilir özgürlüğümüz
bir kız saçlarını tarar yağmura durmadan
özsuyunu akıtır gelincik ağzına
ay damlar kırmızısından
korkunun son devriyesinde
çocuklarla umut ve aşk
yol ayrımı içimizde sessiz
sonsuzluğa değer tomurcuğun patlaması
çaresiz dudaklarıyla
ovaların evlere kavuştuğu yerde
çelimsiz bir at mıhlanan zaman
gün değil ki gün
akmaz olan su yolcusuz yol
dertli bir insan yüzü
gecenin çöplüğünde
kim ölür böyle göğsümüz dikenli tel
ben acırım değdikçe
ve seni unuturum bir apartman boşluğunda
incecik sızar kan tırnaklarımdan
kim ölür can veririm dağlara vurgun
çıkarıp kül birikmiş bakışlarını
kızlığımı sökerim annenin teninden
yanılgı mı tüm sevişlerimiz
rezilce kıvrılır içimize korku
utanır sokaklar vitrininden
bir kız saçlarını tarar yağmura durmadan
çarmıha gerilen karanlık saatlerde
fahişe kaldırımlar yalnızlığımız
bir adam öylesine yürür geçmişe
bir kadın geleceği solar
kirpiğinden sökülmüş gözleriyle
kurşuna dizilir özgürlüğümüz
bir kız saçlarını tarar yağmura durmadan
özsuyunu akıtır gelincik ağzına
ay damlar kırmızısından
korkunun son devriyesinde
çocuklarla umut ve aşk
yol ayrımı içimizde sessiz
sonsuzluğa değer tomurcuğun patlaması
çaresiz dudaklarıyla
ovaların evlere kavuştuğu yerde
çelimsiz bir at mıhlanan zaman
gün değil ki gün
akmaz olan su yolcusuz yol
dertli bir insan yüzü
gecenin çöplüğünde
kim ölür böyle göğsümüz dikenli tel
ben acırım değdikçe
ve seni unuturum bir apartman boşluğunda
incecik sızar kan tırnaklarımdan
kim ölür can veririm dağlara vurgun
çıkarıp kül birikmiş bakışlarını
kızlığımı sökerim annenin teninden
yanılgı mı tüm sevişlerimiz
rezilce kıvrılır içimize korku
utanır sokaklar vitrininden
bir kız saçlarını tarar yağmura durmadan
şiirlerim-7
vurgun sevinci
erken uyanan ağaçların ıslığında
gelincik saçlı bir kız gençliğim
soğuk uçurum kıyısı ve künyesiz sesler
uzak yılların yankısı anlar yok aramızda
bir solukta tükenip yeniden çiçeklenen
amansız sevdalara yazgılı seyirler
avuçlarımda acımsı mutluluğun
dünle aramda deniz
yarım gölgen yorgun yüzün
güneş olsam doğmasam
sevinç olsam değmesem gülüşüne
sokağımda bahar penceremde kış
soframda anasız büyümüşlüğün
suskun durağından düşlerin
duasız çıkar yola
avlunun soğuk taşlarını adımlayarak
gelir her sabah ölümden önce
tel örgüler giyinmiş bir özgür adam
zamanın yakasında o şüpheli elleri
paslı damga teninde adım
unutulmadım sürüldüm uzağına
çaresi yok kayıp bu aşkın ertesi
yaktım gemileri ay ışığında
çalımlı alevlerle tutuşan gövden
haziran biçti yalnızlığımdan
aslında erkendi henüz sevmiştim
yoksulluğumuzu bölüştü kalabalıklar
bütün suçlardan geçmiş
kederli sakalı ayrılığı süpüren
kapı önlerinden uysal evlerin
yeryüzü yağmur yazgılı çocuk
bir ucunda kokun utangaç telaşın
el değmemiş bir köşede geçmişin
babamın gözyaşlarıyla ağlasam
toprağında yaramı kanasam
vurgun sevinci içim istanbul ve sonbahar
mayıs 2006 Eskişehir
erken uyanan ağaçların ıslığında
gelincik saçlı bir kız gençliğim
soğuk uçurum kıyısı ve künyesiz sesler
uzak yılların yankısı anlar yok aramızda
bir solukta tükenip yeniden çiçeklenen
amansız sevdalara yazgılı seyirler
avuçlarımda acımsı mutluluğun
dünle aramda deniz
yarım gölgen yorgun yüzün
güneş olsam doğmasam
sevinç olsam değmesem gülüşüne
sokağımda bahar penceremde kış
soframda anasız büyümüşlüğün
suskun durağından düşlerin
duasız çıkar yola
avlunun soğuk taşlarını adımlayarak
gelir her sabah ölümden önce
tel örgüler giyinmiş bir özgür adam
zamanın yakasında o şüpheli elleri
paslı damga teninde adım
unutulmadım sürüldüm uzağına
çaresi yok kayıp bu aşkın ertesi
yaktım gemileri ay ışığında
çalımlı alevlerle tutuşan gövden
haziran biçti yalnızlığımdan
aslında erkendi henüz sevmiştim
yoksulluğumuzu bölüştü kalabalıklar
bütün suçlardan geçmiş
kederli sakalı ayrılığı süpüren
kapı önlerinden uysal evlerin
yeryüzü yağmur yazgılı çocuk
bir ucunda kokun utangaç telaşın
el değmemiş bir köşede geçmişin
babamın gözyaşlarıyla ağlasam
toprağında yaramı kanasam
vurgun sevinci içim istanbul ve sonbahar
mayıs 2006 Eskişehir
4 Şubat 2009 Çarşamba
aşk ve kız
aşk ve kız
hiç bi’şey olmaz bizden
sade bekleyiş belki
ağacın gölgesinden bıktığı
sensizlik bir kış günü
erken iner şehrin kapılarına
salınır sokağımda beyaz ve soğuk
çelimsiz yaşlı bir atın çektiği
ölüm damlayan yaşamlar
aç kara gözlerle peşimizde
yararsız boşuna bekletilmiş hepsi bu
benim aşk dediğim
mutlak acı
hiçlik ve sonsuzluk
06-2007/Eskişehir
umut ve kız
çiçek sevinçle kurulmuş masada
uzun boynunu göğe uzatıp
esmerliğini sesine
sokuldu yağmura
yağmur çok eski bir şehirden
acı dolu sevdalardan
yoksul evlerin akan damlarından
hepsinden
yağıyordu durmaksızın
hiç kimse ıslanmadı
deniz çıktı içinden anın
aktı yürekler çamursu boşluğa
çiçek döktü kanını
masa zamanın karanlığına
şair gurbetin soğuğuna
çiçek yaralı umuduna
sokuldu durmaksızın
şiir kaldı beyazlığında aşkın
60-08-2007/İzmir
hiç bi’şey olmaz bizden
sade bekleyiş belki
ağacın gölgesinden bıktığı
sensizlik bir kış günü
erken iner şehrin kapılarına
salınır sokağımda beyaz ve soğuk
çelimsiz yaşlı bir atın çektiği
ölüm damlayan yaşamlar
aç kara gözlerle peşimizde
yararsız boşuna bekletilmiş hepsi bu
benim aşk dediğim
mutlak acı
hiçlik ve sonsuzluk
06-2007/Eskişehir
umut ve kız
çiçek sevinçle kurulmuş masada
uzun boynunu göğe uzatıp
esmerliğini sesine
sokuldu yağmura
yağmur çok eski bir şehirden
acı dolu sevdalardan
yoksul evlerin akan damlarından
hepsinden
yağıyordu durmaksızın
hiç kimse ıslanmadı
deniz çıktı içinden anın
aktı yürekler çamursu boşluğa
çiçek döktü kanını
masa zamanın karanlığına
şair gurbetin soğuğuna
çiçek yaralı umuduna
sokuldu durmaksızın
şiir kaldı beyazlığında aşkın
60-08-2007/İzmir
1 Şubat 2009 Pazar
şiir ve kız
şiir ve kız
nakışına ahım değince
çözülür tenin
ömrünün yolları
önüme serilir
yarama tuz basar şiir
ayrılık çare değildir
yeni gelin türküsünde
gizlenir şiir
kınalı saçlarını savurur gelir
orada telaşsızdır gün
ve son bulur çilemiz
yalnızlık içimizdedir
özgürlük ve kız
uzak bir bakışın ardından
kesildi rüzgâr dörtnala
incindi ten okşayışla
erkeğin gövdesinde uyuyup
derisinde gezindi kuşku
okunmuş su dolu bir tasla akıttı kadın
çıplak esmer etindeki arzuyu
sokağa çıkma yalınayak
yaklaşma sonsuza
umutlanma sevdaya
kendine dönüştü kız her
kadına dönüştü
erkeğe düştü
2006 Eskişehir
ölüm ve kız
topraktaki ezginin peşindeydin
ovalara sinen yüklü bulut kokusu
usumun kıvrımında genişleyen serinlik
tanı beni öptüğün kadınlardan
sırdaşım yok canımın gurbetinde
yitirdiğim sesi duy kanatlarıyla yüzen
çamurlu yolları dargın bekleyiş
kızgın deniz katıksız okşayıştın
yoruldum akmasından suların
bembeyaz sayfa gibi yandığında
bir madenci feneri göçük altında
çaresiz ellerle bölüşmüştük acıyı
tek erkeğimdi babam kış günlerinin
umutsuz yağmuruna soran bir yüz
var mıydı çocukluğum
gözyaşlarından çocuk
köyler yollar şehirler yaptı
ağacın kitabın insanın
canına kıyılmadığı
aşkın ateş yüzünde kaza süsü verilmiştin
sabırla tutuştu ormanın ilk ağacı
silah sesleri geçti geceden
özgürlüğe öldü dediler
ocak 2007
yağmur ve kız
zamanın kolları sıyrıldı geceden
saçını okşadığın kız
soyunup bedenini yağmur olunca
teninde gölgeydim ay ışığından
düşler bıraktık bizden sonraya
adımız hiç kimse yokuz şimdiden
damlayıp öncesinden başladı soyunmaya
hüzünlü bir kuş kondu geceden
eflatun sıcağına
ona döndüm korkumu öldüm dedi ben
gördün mü sesimi taradım renksiz
benmişim aynadaki kanıyorum derinden
dök yaralarımı kabukların acısın
çöz saçlarımı kokun salınsın
geçtiğin yollara kurban olunsun
eskidi koku kirle yıkandı eller
büyüdüğü kızı kadın yaptılar
kimim dedi ben neden burdayım
döktü çıplaklığını geceden
soyundu tenini zamana
yağmur oldu kız ölmeden
aralık 2006
Eskişehir
nakışına ahım değince
çözülür tenin
ömrünün yolları
önüme serilir
yarama tuz basar şiir
ayrılık çare değildir
yeni gelin türküsünde
gizlenir şiir
kınalı saçlarını savurur gelir
orada telaşsızdır gün
ve son bulur çilemiz
yalnızlık içimizdedir
özgürlük ve kız
uzak bir bakışın ardından
kesildi rüzgâr dörtnala
incindi ten okşayışla
erkeğin gövdesinde uyuyup
derisinde gezindi kuşku
okunmuş su dolu bir tasla akıttı kadın
çıplak esmer etindeki arzuyu
sokağa çıkma yalınayak
yaklaşma sonsuza
umutlanma sevdaya
kendine dönüştü kız her
kadına dönüştü
erkeğe düştü
2006 Eskişehir
ölüm ve kız
topraktaki ezginin peşindeydin
ovalara sinen yüklü bulut kokusu
usumun kıvrımında genişleyen serinlik
tanı beni öptüğün kadınlardan
sırdaşım yok canımın gurbetinde
yitirdiğim sesi duy kanatlarıyla yüzen
çamurlu yolları dargın bekleyiş
kızgın deniz katıksız okşayıştın
yoruldum akmasından suların
bembeyaz sayfa gibi yandığında
bir madenci feneri göçük altında
çaresiz ellerle bölüşmüştük acıyı
tek erkeğimdi babam kış günlerinin
umutsuz yağmuruna soran bir yüz
var mıydı çocukluğum
gözyaşlarından çocuk
köyler yollar şehirler yaptı
ağacın kitabın insanın
canına kıyılmadığı
aşkın ateş yüzünde kaza süsü verilmiştin
sabırla tutuştu ormanın ilk ağacı
silah sesleri geçti geceden
özgürlüğe öldü dediler
ocak 2007
yağmur ve kız
zamanın kolları sıyrıldı geceden
saçını okşadığın kız
soyunup bedenini yağmur olunca
teninde gölgeydim ay ışığından
düşler bıraktık bizden sonraya
adımız hiç kimse yokuz şimdiden
damlayıp öncesinden başladı soyunmaya
hüzünlü bir kuş kondu geceden
eflatun sıcağına
ona döndüm korkumu öldüm dedi ben
gördün mü sesimi taradım renksiz
benmişim aynadaki kanıyorum derinden
dök yaralarımı kabukların acısın
çöz saçlarımı kokun salınsın
geçtiğin yollara kurban olunsun
eskidi koku kirle yıkandı eller
büyüdüğü kızı kadın yaptılar
kimim dedi ben neden burdayım
döktü çıplaklığını geceden
soyundu tenini zamana
yağmur oldu kız ölmeden
aralık 2006
Eskişehir
31 Ocak 2009 Cumartesi
şiirlerim-6
şiirle
şiirle başlar acı
oylumunda sesin ve hızın
tutkuyla damlar geceye
yıllarca sürmüş hüzün
yıllarca yüzyıllarca
akar boşluğa gözlerin
susan fotoğraflarda
şiirle başlar acı
güle kanatır yüreğini kırmızı
keskin çığlıklar bize
dönüşsüz yollardır
kim bilir giydiğin anlamı kusan
hangi sevdadır yalanı seçer
ellerin dolanır akla karaya
şiirle başlar acı
gezinir aramızda kullanılmış ruhlar
tutuşur yangınsız kör inatçı
kimdedir eksik yanımız
eksik ve azaltılmış sinsice
aynı sabahın ufkunda
yaralı atlar gibi kurşun bekleyen
yalnızlığımız
güne döndüm sesinle
ağardım utancımdan
güneş kondu serindim
çiçek içinde deniz kokusu
uyanmak neymiş ki düşten
salıncağında çocukluğumun
elini bıraktım yağmurun
kanatlar koptu her bir yanımdan
şiirle başlar acı
aşk gurursuzca aldatır
insanlığımızı
aynalardan sızar utançla sevişen
sokakları kaçar suçsuzca
eskitir yaşamak telaşını
çekilir dalgalar çekildikçe
şiirle aşk ölüm vesaire
01-03 / 26 -05 / 2006
ESKİŞEHİR
şiirle başlar acı
oylumunda sesin ve hızın
tutkuyla damlar geceye
yıllarca sürmüş hüzün
yıllarca yüzyıllarca
akar boşluğa gözlerin
susan fotoğraflarda
şiirle başlar acı
güle kanatır yüreğini kırmızı
keskin çığlıklar bize
dönüşsüz yollardır
kim bilir giydiğin anlamı kusan
hangi sevdadır yalanı seçer
ellerin dolanır akla karaya
şiirle başlar acı
gezinir aramızda kullanılmış ruhlar
tutuşur yangınsız kör inatçı
kimdedir eksik yanımız
eksik ve azaltılmış sinsice
aynı sabahın ufkunda
yaralı atlar gibi kurşun bekleyen
yalnızlığımız
güne döndüm sesinle
ağardım utancımdan
güneş kondu serindim
çiçek içinde deniz kokusu
uyanmak neymiş ki düşten
salıncağında çocukluğumun
elini bıraktım yağmurun
kanatlar koptu her bir yanımdan
şiirle başlar acı
aşk gurursuzca aldatır
insanlığımızı
aynalardan sızar utançla sevişen
sokakları kaçar suçsuzca
eskitir yaşamak telaşını
çekilir dalgalar çekildikçe
şiirle aşk ölüm vesaire
01-03 / 26 -05 / 2006
ESKİŞEHİR
aşka rapsodi
aşka rapsodi
eski bir bahar duruyordu pencerenin kıyısında
sesine çağırdın yaralı
geldi
kayıp kimliğin bedenin eksik
güneş kahredici bir leke yoktun aynada
aynada oda çıplak dumandın renklerde darmadağın
az sonra kucaklaştın kendinle
yitirmişken aldığın bir mektup gibi
çay bahçesi serinliğinde okundukça silinen
ölü seslerin çınladığı telefon
sorgularda kelepçelendiğin o umut gibi
kapını çalacaktım
bir meyve bulmuştuk oynarken çocukluğumuzla
kimse görmeden koparılmış dalından kimse tatmadan unutulmuş
sanki yalnız biz vardık masalında yeryüzünün
uyandırıp öfkeyle sarsmak içindik insanlığı
ağlıyordu saçlarında gizil elveda ağlıyordum cezbeye tutulmuş gibi
bir sır saklıyorduk delice bilmediğimiz
başka yer başka zaman içine daldığımız bugünden iz taşımayan
nasıl yaşarım artık kim bilir ayağıma dolanan bu eller
çırpındıkça saplandığım kaldırımlar
kendimi acımadan savurduğum boşluktan
nasıl uyanırım parçalanmadan
okşuyorum sesini kayganlığı yosun tutmuş su gibi
içinde balıklar cilveleşiyor pulları gümüş
ellerin kuşkulu yanılgıda düşlerin
zaman yalınayak koşan bir ezgi insan o ezgide bir tını
sen tüm bunlarsın gibi ölüyor dudaklarım ardından
yorgun sevdasında vadilerin aktı nehirler kurudu sonra
küçüldü şu yaşlı memeleriyle acımızı pençeleyen toprak
devrildi pişkin uçurumlardan yaşamın yankısı
ezildi avuçlarında yüreğim atışıydı yalnızlık
artık inanmayan gözleri çatladı yalnızlığımda eşkalinin
bir zaman kıştı epeyce suskun
sözcükleri birbirine dikecektim yüzüme baksan
kapını çalacaktım çamurlu yollarında gençliğimin unutup bir yanını
bir yanını gazete sayfalarında buzdan bir heykelin gözyaşlarında bir yanını
hem yağmur hem deniz ıslatırken gerçeğe bağlandığımız halatı
o deniz fenerinin çığlığında unutup bir yanımı
baharın gözyaşlarıyla şiirler yazacaktım
oda. odada bir masa. masada her kitap ayrı bir yaprak insanlık ağacından
aynı an bu yıllar öncesiyle. kısa bir an kirpiklerinin değmesi kadar birbirine
ölüyor duvardaki resimler perdeler dökülüyor. kanıyor kapılara girişin
kitapta mutlak sevda. iki kesik baş gibi kadınla erkek
gözleri var bakışı yok. bedeni var duygusu yok
aşkı vur. bir kent yanıyor aldanışında utancıyla geçmişinin
arada bir elini uzatıyor kadın. ince uzun iri kemikli ölmüş de yaşamış gibi
alnına yüzyıllarla kutsanmış sıcaklığı değiyor
eski bir bahar durmuyordu pencerede diyorsun
göremedim ışıktan yalnızlıktan yasaktı belki ondan
çocuktum kasımda ölmüştü babam paçaları karanlıktı
ayaklarım saplanıyor çamura belki ondan
eskiyor yüreğim iki hasret arasında
oysa çağırdın. geldim. gelmedim
gelmedim. oysa çağırdın. çağırmadın.
aldırma suçsuz olmamıza şiirle asacaklar bizi
eski bir bahar duruyordu pencerenin kıyısında
sesine çağırdın yaralı
geldi
kayıp kimliğin bedenin eksik
güneş kahredici bir leke yoktun aynada
aynada oda çıplak dumandın renklerde darmadağın
az sonra kucaklaştın kendinle
yitirmişken aldığın bir mektup gibi
çay bahçesi serinliğinde okundukça silinen
ölü seslerin çınladığı telefon
sorgularda kelepçelendiğin o umut gibi
kapını çalacaktım
bir meyve bulmuştuk oynarken çocukluğumuzla
kimse görmeden koparılmış dalından kimse tatmadan unutulmuş
sanki yalnız biz vardık masalında yeryüzünün
uyandırıp öfkeyle sarsmak içindik insanlığı
ağlıyordu saçlarında gizil elveda ağlıyordum cezbeye tutulmuş gibi
bir sır saklıyorduk delice bilmediğimiz
başka yer başka zaman içine daldığımız bugünden iz taşımayan
nasıl yaşarım artık kim bilir ayağıma dolanan bu eller
çırpındıkça saplandığım kaldırımlar
kendimi acımadan savurduğum boşluktan
nasıl uyanırım parçalanmadan
okşuyorum sesini kayganlığı yosun tutmuş su gibi
içinde balıklar cilveleşiyor pulları gümüş
ellerin kuşkulu yanılgıda düşlerin
zaman yalınayak koşan bir ezgi insan o ezgide bir tını
sen tüm bunlarsın gibi ölüyor dudaklarım ardından
yorgun sevdasında vadilerin aktı nehirler kurudu sonra
küçüldü şu yaşlı memeleriyle acımızı pençeleyen toprak
devrildi pişkin uçurumlardan yaşamın yankısı
ezildi avuçlarında yüreğim atışıydı yalnızlık
artık inanmayan gözleri çatladı yalnızlığımda eşkalinin
bir zaman kıştı epeyce suskun
sözcükleri birbirine dikecektim yüzüme baksan
kapını çalacaktım çamurlu yollarında gençliğimin unutup bir yanını
bir yanını gazete sayfalarında buzdan bir heykelin gözyaşlarında bir yanını
hem yağmur hem deniz ıslatırken gerçeğe bağlandığımız halatı
o deniz fenerinin çığlığında unutup bir yanımı
baharın gözyaşlarıyla şiirler yazacaktım
oda. odada bir masa. masada her kitap ayrı bir yaprak insanlık ağacından
aynı an bu yıllar öncesiyle. kısa bir an kirpiklerinin değmesi kadar birbirine
ölüyor duvardaki resimler perdeler dökülüyor. kanıyor kapılara girişin
kitapta mutlak sevda. iki kesik baş gibi kadınla erkek
gözleri var bakışı yok. bedeni var duygusu yok
aşkı vur. bir kent yanıyor aldanışında utancıyla geçmişinin
arada bir elini uzatıyor kadın. ince uzun iri kemikli ölmüş de yaşamış gibi
alnına yüzyıllarla kutsanmış sıcaklığı değiyor
eski bir bahar durmuyordu pencerede diyorsun
göremedim ışıktan yalnızlıktan yasaktı belki ondan
çocuktum kasımda ölmüştü babam paçaları karanlıktı
ayaklarım saplanıyor çamura belki ondan
eskiyor yüreğim iki hasret arasında
oysa çağırdın. geldim. gelmedim
gelmedim. oysa çağırdın. çağırmadın.
aldırma suçsuz olmamıza şiirle asacaklar bizi
15 Ocak 2009 Perşembe
şiirlerim-5
pandomim
kağıt gemilerimizi yağmur üfledi mayestro
korkulu çığlıklardı yüreğimiz
yeşil kirpiklerine o küçük kızın
gözyaşı oldun bilmedi kimse
kemanlar çiziyorum ay ışığına
çalarsın şarkımı bir gün
öyle şiirler yazdım ki
aşk kadehine o eski acı
her dizede yine hüzünsün
bir yalan yüz edindin kendine
insan içinde gülen aynadan korkan
çalmıyor kapı telefon suskun
neler yükledin bu yalnızlığa
bilmedi kimse
denizden es martı çağır çocukluğuma
sevda acısız olmaz yaşamadan ölmez insan
ne büyük bir yangın tutuştu sınırlarımız
çaresiz gece gibi alkışlıyorum seni
susunca armoni kapanınca perde
ve şiir hançerse içimizde
en iyisi unutmak olan biteni
Nilüfer ALTUNKAYA
kağıt gemilerimizi yağmur üfledi mayestro
korkulu çığlıklardı yüreğimiz
yeşil kirpiklerine o küçük kızın
gözyaşı oldun bilmedi kimse
kemanlar çiziyorum ay ışığına
çalarsın şarkımı bir gün
öyle şiirler yazdım ki
aşk kadehine o eski acı
her dizede yine hüzünsün
bir yalan yüz edindin kendine
insan içinde gülen aynadan korkan
çalmıyor kapı telefon suskun
neler yükledin bu yalnızlığa
bilmedi kimse
denizden es martı çağır çocukluğuma
sevda acısız olmaz yaşamadan ölmez insan
ne büyük bir yangın tutuştu sınırlarımız
çaresiz gece gibi alkışlıyorum seni
susunca armoni kapanınca perde
ve şiir hançerse içimizde
en iyisi unutmak olan biteni
Nilüfer ALTUNKAYA
şiirlerim-4
yolculuk
dokunduğumda su oluyorsun
öptüğümde yolculuk
bu acıya düştüm eyvah
yakamda suç gölgemde yangın
güneş batarken iklim iklim tutuşuyorsun
sınırlar ötesi bedenin gayrısı yok
et kemiğin kan yüreğin
can cana yoldaş umut ekmeğe
şarap tadına karışınca yağmur kokusu
sokaklarında uyuduğum şehir gözlerin
biten sözdür kapanmış kapı
kurşun yağan gece ölümsüz kar
bedelini ödediğin yalnızlık
bize sır bize korku
elsiz ayaksız gidişin
seyreyle halimizi nicedir kayıp
yürüdüğüm yollar kördüğüm
vardığım adres yitik
hangi bir hasreti kucaklayıp git
dağların göğsünde uyut
Nilüfer ALTUNKAYA
2005 ESKİŞEHİR
dokunduğumda su oluyorsun
öptüğümde yolculuk
bu acıya düştüm eyvah
yakamda suç gölgemde yangın
güneş batarken iklim iklim tutuşuyorsun
sınırlar ötesi bedenin gayrısı yok
et kemiğin kan yüreğin
can cana yoldaş umut ekmeğe
şarap tadına karışınca yağmur kokusu
sokaklarında uyuduğum şehir gözlerin
biten sözdür kapanmış kapı
kurşun yağan gece ölümsüz kar
bedelini ödediğin yalnızlık
bize sır bize korku
elsiz ayaksız gidişin
seyreyle halimizi nicedir kayıp
yürüdüğüm yollar kördüğüm
vardığım adres yitik
hangi bir hasreti kucaklayıp git
dağların göğsünde uyut
Nilüfer ALTUNKAYA
2005 ESKİŞEHİR
şiirlerim-3
beklediğin
yağmurdan sonra maviydin
rüzgâr çıkana kadar en çok
susamış bir pınara varmıştın
su görmedi yüzünü
ben gördüm
yalnızlıktı özgürlüğün tutun
bir inat dağ ovalarına
savur kokunu utancını
beklediğin koca bir yaşamdı
gün değmedi tenine
ben değdim
seninle umudun renkleri gülmenin
sözcükleri boyadığın gün bitimleri
sabırla başucunda yanıp söndüğüm
ses duymadı sesini
ben duydum
avun şimdi koca adam
saçlarında gecenin teri
yüreğinde sözcüklerin sitemi
karanlıklara bastır öfkeni
yıllar akmadı boşluğa
ben aktım
Nilüfer ALTUNKAYA
07.04.2008
yağmurdan sonra maviydin
rüzgâr çıkana kadar en çok
susamış bir pınara varmıştın
su görmedi yüzünü
ben gördüm
yalnızlıktı özgürlüğün tutun
bir inat dağ ovalarına
savur kokunu utancını
beklediğin koca bir yaşamdı
gün değmedi tenine
ben değdim
seninle umudun renkleri gülmenin
sözcükleri boyadığın gün bitimleri
sabırla başucunda yanıp söndüğüm
ses duymadı sesini
ben duydum
avun şimdi koca adam
saçlarında gecenin teri
yüreğinde sözcüklerin sitemi
karanlıklara bastır öfkeni
yıllar akmadı boşluğa
ben aktım
Nilüfer ALTUNKAYA
07.04.2008
14 Ocak 2009 Çarşamba
şiirlerim-2
sedef
sen de çocuktun bu aşkta
yitirdin yolunu
yaralı kuş vurdu dallara sesin
mavi serinliğinde toprağın ve suyun
yüzyıllarca bekledin
her umudun baş uncunda
küf kokulu yasemin
bekledin beyaz teninde kadının
soyut bir resimdin
içi oyulmuş yüzü solgun
mutfak balkonundan silkeledi yazgısını
sevdi sevdiğin çizgiyi yanılgıyı
getirdi kendisiyle
kristal boşluğundan geçmişin
saçları uzamayan çocuk
kayalara değmeden aktın içimden
gün yüzlü kelebekler saçılınca gülüşünden
serpti yüzüne tenini
aynaya döktü güzelliğini
yoruldu beklemekten kadın
sedef oldu gelmedin
Eylül 2006
Nilüfer ALTUNKAYA
sen de çocuktun bu aşkta
yitirdin yolunu
yaralı kuş vurdu dallara sesin
mavi serinliğinde toprağın ve suyun
yüzyıllarca bekledin
her umudun baş uncunda
küf kokulu yasemin
bekledin beyaz teninde kadının
soyut bir resimdin
içi oyulmuş yüzü solgun
mutfak balkonundan silkeledi yazgısını
sevdi sevdiğin çizgiyi yanılgıyı
getirdi kendisiyle
kristal boşluğundan geçmişin
saçları uzamayan çocuk
kayalara değmeden aktın içimden
gün yüzlü kelebekler saçılınca gülüşünden
serpti yüzüne tenini
aynaya döktü güzelliğini
yoruldu beklemekten kadın
sedef oldu gelmedin
Eylül 2006
Nilüfer ALTUNKAYA
şiirlerim
aslında
bir selamdı sabah
terli isteksiz uyandığım
üzerime titreyen ışığını
üfleyip söndürürken
damla damla yaşlandı çocukluğum
yağmurlu bir nisan gibi
eve gelip de babam elinde filelerle
ölümü ve sonrasını masaya bırakırken
saçlarım öyle çok uzadı ki
sığmadı rüzgârlara
sarı bir yüzde yalnızlığım
ağlar mı beni yeniden
çiçekler içinde bahar
sana koşan bir çocuk
sustun sözünü aslında
buluta sarar gibi toprağı
ellerin korkardı tenimden
Nilüfer ALTUNKAYA
04.2007/2008
bir selamdı sabah
terli isteksiz uyandığım
üzerime titreyen ışığını
üfleyip söndürürken
damla damla yaşlandı çocukluğum
yağmurlu bir nisan gibi
eve gelip de babam elinde filelerle
ölümü ve sonrasını masaya bırakırken
saçlarım öyle çok uzadı ki
sığmadı rüzgârlara
sarı bir yüzde yalnızlığım
ağlar mı beni yeniden
çiçekler içinde bahar
sana koşan bir çocuk
sustun sözünü aslında
buluta sarar gibi toprağı
ellerin korkardı tenimden
Nilüfer ALTUNKAYA
04.2007/2008
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)