28 Şubat 2009 Cumartesi

adak ağacı

adak ağacı


şiirlerimi astığım adak ağacı
içini kemirse de kurtlar
direnir dimdik başı
baltalanırken bile inanır
gelecek güzel günlere
insan eliyle sunulmuş
acıdan payını alıp
saçılır gemilere kıyısız
bekleyemez denizi

kimse bilmez içini
baharsız düşlerini
geçtiği yollar olur bekleyiş
karışır tadına hasret sevincin
aşktır bile isteye çilesi
köklerinde toprağın hiçliği
şiirlerimi astığım adak ağacı

sustuğun gün ölürsün
öldüğün gün değil






Aralık 2006

varyete

varyete

uyurken sen
susar toprak
susar menekşe rengini
kirpiğinde çiğ damlası özgürlük
susar deniz kokusunu
iki yitik el
kavuşur birbirine
susar ten

uyanırsın
iyilik çiçek açar
kenetlenir yoksul evlere bahar
bir çocuk taş atar kırılır acı
nazlanır sevdasına başaklar
yırtıcı ve sevişken
çiftleşir iki yazgı
bir çingene şehrin kıyısında ölüm
gün değer saçlarına

bir gecenin şiiri

bir gecenin şiiri

üç beş dize bölüştük
bir kadın üşütür beni
bakınca sesizliğini göreceğim
kayığı okşayan karanlık geceyi
bakışlarında gezineceğim

önce karşıma oturdu
saçlarında gençliğim darmadağın
elini saçlarına götürüşünde
susamışlığımı ıslatan
bin bir yürek çarpıntısı

sonra kendine gitti
tiryaki soluğum kahkahalar atacak
sokaksız evleriyle ardından
yalana boğulmuş şehir
ağlasam yıkılacak

kafamız karıştı
alaturka ezgisinde bu tutkunun
aynı yerdeyim yıllar sonra
bir pencerelik yaşamımdan geriye
her mevsim aydınlanan umudun kaldı

aşk bir devrin kendini geceye kusmasıydı
her köşe başında beni boşuna ağlattı

düşün bittiği yer

düşün bittiği yer

selamımı iletti mi
kalabalığın gölgesinde uyuyan başıboş cadde
varlığın bilincine saplı rotasız vapur
içildikçe demlenmemiş çay
düştükçe yürümemiş çocuk
bir salkım üzüm
dişlenmiş erik
erken kalkan cenaze
nargile marpucunda üşüyen dudak
döl yatağında oğulsuz ana
eşkali yok bir yan kesici
yaz sıcağında dörtnala rüzgâr

üç günlük kedi yavrusu
yarım sönmüş sigara
sarıyağız delikanlı öfkesi
mahçup dillenmemiş yarası
hırsla kapanan tavla
kendine sapan sokak
soluğunla buğulanan gözleri yalnızlığın
bu kördövüş bu akıntı bu düzenbaz yakarış


zamanın ayak izlerini duymak yıllar önce
kendi içine ürpererek girmesi insanın
ağlayan bir çocuk bulması
can çekişen oyuncaklar arasında
düşün bittiği yerde


gözlerin mi her yerde
yüzün mü gerilmiş dört bir yanıma
elimi uzatınca suskunluğuna
nasıl böyle yalınkanat peşimde kuşlar

20 Şubat 2009 Cuma

pencere

/Bu sabah pencereni açacaksın. Serinleyen bir avlu gibi ferahlayacak yüreğin. Gözyaşını avucunda saklarken birdenbire yokluğu kalacak sana. Beni anımsayacaksın.
Pencerende gün sabahın çelimsiz atıyla salınacak. Tuhaf bir eksiklik duyacaksın yanı başında. Akşam hıçkırarak okuduğun bir şiir geçecek umutsuzluğundan. Beni anımsayacaksın.
Yorgun bir dağ alçalıp doruklardan, tutunacak akıp giden zamana.
Yapraklar sararmış boşluklar bırakarak salınacak mevsimin sularında.
Yorulduğunu, azaldığını, bocaladığını duyumsayacaksın. Ellerimi anımsayacaksın.
Bu sabah bomboş bir şehre uyanacaksın. Kalabalıklar tüketecek en duyarlı sevinçlerini. Sesinin renkleri solacak önce, sonra o şiiri unutacaksın, dize dize…
İşte o zaman bu bomboş şehir yenilecek şiddetsiz bir depreme. Bir çocuk masumluktan ölecek, yıllanmış bir mayına ansızın basarak. Mutluluğa acıkmış bir kadın ilk günahın koynuna gururla girecek. Ve yağmur hınçla yağsa da yıkayamayacak suçlarımızı.
O zaman benden vazgeçeceksin.
Bu sabah pencereni ayrılığa açacaksın. Kuşlar ölümün salkımları gibi salınacak kapkaranlık göğe. Adımını attığın uçurumlar boşuna kucaklayacak gövdeni. Kurumuş kabuklarıyla yaralarının incecik kanadığına sevineceksin. Böylesi daha iyi oldu, diyecek vicdanın. O sesi duymamak için ıslıkla geçeceksin yalnızlığının koridorlarından. İçinden delik deşik aktığımız anılar, duvarlara yüzümün bin bir halini çivileyecek . Boşuna kaçacaksın. /

17 Şubat 2009 Salı

iz

iz

ay yağardı sonra sesler
koca bir düş topunu oynardık
yalansız yalınayak
ışıktan bir salıncak başlangıcımız

mesafeler buzdan
pencereydi boşluğa sevda
kuyulara bastık karanlık
ölü yıldızlar
sonra sesler

yoksulluk saçar sofram
buyur aç kapağını düşün
seril yalnızlığa
hasretin kıyılarına vuran
bedeli uzak suçum

korku korku geçtiğim
sazlıklarında özgürüm
yaprak tazeliği yuvamda gün
kapı komşum aşk
külüme muhtaç

gel yine de GEL dünden yarından
git ne zaman istersen nereye kime
yol bu yolculuk
kimsiz kimsesiz zaten
bahçemizde biz
bizden kalmış birer izdik










Nilüfer ALTUNKAYA
2004 –07 Eskişehir

14 Şubat 2009 Cumartesi

adres

bu kırmızı sarnıcın neresindeyim
gül yüzünde salınan umutsuzluğun
bu denizsiz,aşksız,karanlık kentin
bu kapkara çığlığın neresindeyim

günü güne düğümledim boşuna
düşlerini siyah beyaz soludum
ne korkum kaldı ne cesaretim
geçmemiş bir geçmişin neresindeyim


yıkık bir manastıra çekip gittiğin,
şeytanlarla cinnetlerden kayıp düştüğün,
ıssızlıktan korkuyla inlediğin,
çocukça bir ısrarla sevgiler düşlediğin,
ışıltılı bir imgeyi şiirden elediğin,
bir öpüşü derlediğin, sessizce kanadığın, boşuna acıdığın,
yemyeşil özlemlerle bana koşup sarıldığın,
yalnızlıktan ağladığın, sığlıklarda çırpındığın, güzüne güneş diye saçtığın
bu sevdanın neresindeyim

10 Şubat 2009 Salı

kadavra

kadavra

yüzünü kapatarak çıkma sokağa
düşersen ölümün kollarına
erken inen bir haziran sıcağında
kendine yalansız bir soru gibi
kimler vurulmadı ki yüreği yangın
kurşun tüküren bir gecede korkmadan
yürüye
yürüye

gökyüzünden sarkan savaşın memeleri
sığınağı yok yüzyılımızın
yıkıntılar içinde koşarken
yeniden ölür mü ölür insan
toprağa emzirir analar efkarını
neler doğar gün doğmadan
bağıra
çağıra



beyaz yüzü gerilmiş yalnızlığın
cebinde yaşanmamış yıllar
koklayınca yeryüzü koca bir çiçek
kirpiğinde şafak bozgunu bal rengi
o öpüşme kalsın dilimizin altında
çoğala
çoğala


kuşanmış da geliyor dağlarını
kan sesi hıncahınç bahar
çocuklarla büyütüyoruz uyanmanın düşünü
terli göğsünde geleceğin
adımız sevdaya rehin
gerisi kadavra çürütür kokusunu
acımızı
azalta
azalta


y ü z ü n ü k a p a t a r a k ç ı k m a s o k ağ a

F tipi

F TİPİ



HÜCREM ÇİÇEK AÇTI BAHARA
KUŞ OLDUM DALLARINDA
YANGINA KIYI BEDENİMLE
YOL OLDUM UÇURUMA
SERDİM İNSANLIĞIMI
KOŞULSUZ ÖZGÜRLÜĞE
SU OLDUM SONSUZLUĞA
ÖLÜM DEĞİL BUNUN ADI
DAMLA DAMLA SIZAN
KAN OLDUM YALNIZLIĞA


OCAK 2007

neritel

neritel

çarmıha gerilen karanlık saatlerde
fahişe kaldırımlar yalnızlığımız
bir adam öylesine yürür geçmişe
bir kadın geleceği solar
kirpiğinden sökülmüş gözleriyle
kurşuna dizilir özgürlüğümüz

bir kız saçlarını tarar yağmura durmadan


özsuyunu akıtır gelincik ağzına
ay damlar kırmızısından
korkunun son devriyesinde
çocuklarla umut ve aşk
yol ayrımı içimizde sessiz

sonsuzluğa değer tomurcuğun patlaması
çaresiz dudaklarıyla
ovaların evlere kavuştuğu yerde
çelimsiz bir at mıhlanan zaman
gün değil ki gün
akmaz olan su yolcusuz yol
dertli bir insan yüzü
gecenin çöplüğünde
kim ölür böyle göğsümüz dikenli tel
ben acırım değdikçe


ve seni unuturum bir apartman boşluğunda
incecik sızar kan tırnaklarımdan
kim ölür can veririm dağlara vurgun
çıkarıp kül birikmiş bakışlarını
kızlığımı sökerim annenin teninden
yanılgı mı tüm sevişlerimiz
rezilce kıvrılır içimize korku
utanır sokaklar vitrininden

bir kız saçlarını tarar yağmura durmadan

şiirlerim-7

vurgun sevinci

erken uyanan ağaçların ıslığında
gelincik saçlı bir kız gençliğim
soğuk uçurum kıyısı ve künyesiz sesler
uzak yılların yankısı anlar yok aramızda
bir solukta tükenip yeniden çiçeklenen
amansız sevdalara yazgılı seyirler


avuçlarımda acımsı mutluluğun
dünle aramda deniz
yarım gölgen yorgun yüzün
güneş olsam doğmasam
sevinç olsam değmesem gülüşüne
sokağımda bahar penceremde kış
soframda anasız büyümüşlüğün


suskun durağından düşlerin
duasız çıkar yola
avlunun soğuk taşlarını adımlayarak
gelir her sabah ölümden önce
tel örgüler giyinmiş bir özgür adam
zamanın yakasında o şüpheli elleri
paslı damga teninde adım
unutulmadım sürüldüm uzağına
çaresi yok kayıp bu aşkın ertesi

yaktım gemileri ay ışığında
çalımlı alevlerle tutuşan gövden
haziran biçti yalnızlığımdan
aslında erkendi henüz sevmiştim
yoksulluğumuzu bölüştü kalabalıklar
bütün suçlardan geçmiş
kederli sakalı ayrılığı süpüren
kapı önlerinden uysal evlerin


yeryüzü yağmur yazgılı çocuk
bir ucunda kokun utangaç telaşın
el değmemiş bir köşede geçmişin
babamın gözyaşlarıyla ağlasam
toprağında yaramı kanasam
vurgun sevinci içim istanbul ve sonbahar



mayıs 2006 Eskişehir

4 Şubat 2009 Çarşamba

aşk ve kız

aşk ve kız

hiç bi’şey olmaz bizden
sade bekleyiş belki
ağacın gölgesinden bıktığı

sensizlik bir kış günü
erken iner şehrin kapılarına
salınır sokağımda beyaz ve soğuk

çelimsiz yaşlı bir atın çektiği
ölüm damlayan yaşamlar
aç kara gözlerle peşimizde
yararsız boşuna bekletilmiş hepsi bu

benim aşk dediğim
mutlak acı
hiçlik ve sonsuzluk

06-2007/Eskişehir


umut ve kız

çiçek sevinçle kurulmuş masada
uzun boynunu göğe uzatıp
esmerliğini sesine
sokuldu yağmura

yağmur çok eski bir şehirden
acı dolu sevdalardan
yoksul evlerin akan damlarından
hepsinden
yağıyordu durmaksızın


hiç kimse ıslanmadı
deniz çıktı içinden anın
aktı yürekler çamursu boşluğa
çiçek döktü kanını

masa zamanın karanlığına
şair gurbetin soğuğuna
çiçek yaralı umuduna
sokuldu durmaksızın

şiir kaldı beyazlığında aşkın




60-08-2007/İzmir

1 Şubat 2009 Pazar

şiir ve kız

şiir ve kız

nakışına ahım değince
çözülür tenin
ömrünün yolları
önüme serilir
yarama tuz basar şiir
ayrılık çare değildir

yeni gelin türküsünde
gizlenir şiir
kınalı saçlarını savurur gelir
orada telaşsızdır gün
ve son bulur çilemiz
yalnızlık içimizdedir






özgürlük ve kız

uzak bir bakışın ardından
kesildi rüzgâr dörtnala
incindi ten okşayışla

erkeğin gövdesinde uyuyup
derisinde gezindi kuşku
okunmuş su dolu bir tasla akıttı kadın
çıplak esmer etindeki arzuyu

sokağa çıkma yalınayak
yaklaşma sonsuza
umutlanma sevdaya

kendine dönüştü kız her
kadına dönüştü
erkeğe düştü





2006 Eskişehir



ölüm ve kız

topraktaki ezginin peşindeydin
ovalara sinen yüklü bulut kokusu
usumun kıvrımında genişleyen serinlik

tanı beni öptüğün kadınlardan
sırdaşım yok canımın gurbetinde
yitirdiğim sesi duy kanatlarıyla yüzen


çamurlu yolları dargın bekleyiş
kızgın deniz katıksız okşayıştın
yoruldum akmasından suların

bembeyaz sayfa gibi yandığında
bir madenci feneri göçük altında
çaresiz ellerle bölüşmüştük acıyı



tek erkeğimdi babam kış günlerinin
umutsuz yağmuruna soran bir yüz
var mıydı çocukluğum

gözyaşlarından çocuk
köyler yollar şehirler yaptı
ağacın kitabın insanın
canına kıyılmadığı

aşkın ateş yüzünde kaza süsü verilmiştin
sabırla tutuştu ormanın ilk ağacı
silah sesleri geçti geceden
özgürlüğe öldü dediler



ocak 2007




yağmur ve kız

zamanın kolları sıyrıldı geceden
saçını okşadığın kız
soyunup bedenini yağmur olunca

teninde gölgeydim ay ışığından
düşler bıraktık bizden sonraya
adımız hiç kimse yokuz şimdiden

damlayıp öncesinden başladı soyunmaya
hüzünlü bir kuş kondu geceden
eflatun sıcağına

ona döndüm korkumu öldüm dedi ben
gördün mü sesimi taradım renksiz
benmişim aynadaki kanıyorum derinden

dök yaralarımı kabukların acısın
çöz saçlarımı kokun salınsın
geçtiğin yollara kurban olunsun

eskidi koku kirle yıkandı eller
büyüdüğü kızı kadın yaptılar
kimim dedi ben neden burdayım

döktü çıplaklığını geceden
soyundu tenini zamana
yağmur oldu kız ölmeden




aralık 2006
Eskişehir