geniş zamanın hikâyesi
o puslu omzuna ne de yakışırdım
saçlarım bir dağ gibi susan
göğsünün rüzgârında
incecik dururdum kalabalığında
nerden bileceksin
sen tözden kalkıp ıssızlığa yürürdün
inancı biçimlerdi ellerin
bir huyu çekerdi dokusundan
geceye benzerdim
sözcüklerin bilincinde tutuşmaktı
bu kuytu yolculuk
ah nasıl da anlardım
uzak bir bakışınla aralanırdım
sızıdan kurgulanarak
hızını beklediğim o çıplak renge
kör sağır kuyulara serpip tenimi
nerden bileceksin
yitik bir dal gibi yalnızlığa yürürdün
yüreğinin toprağıyla kuşatılmış
damlaydım
d
e
r
k
e
n
sönmeye benzerdim
nilüfer altunkaya
akatalpa
29 Aralık 2010 Çarşamba
24 Ekim 2010 Pazar
aşk
aşk
Harun Atak’a
bir ortaçağ yangınını yürüdü
keşiş. kanlı hacını sırtlayan isa dedi;
su ahıma dökülsün
buhur ve sabırla saçıldı zaman
ereğin kemikten gövdesinde
savurmadan küllerini
:
Susku
bu manastırdan sonrası Ahiret
yüzünü döktüğün ayna da bilsin
uzağına saplanan sarnıç da
kâğıttan kayığında uyu sen
Şair. biçem sözcüğe aksın
:
Eskil ve Gizil
kanatlarımı meryem’e taktım
o uçsun sonsuzluğu
artık eyüb’e sabır
ibrahim’e su değilim
Bekle…
sızıya düşen tek hecedir bunca şiirden
incinin ıslak ağzıyla Onu öpmeye geldik
sunakta ayin sonrası
kumdan alevden
Nilüfer Altunkaya
(İtalikler; Harun Atak’ın şiirlerinden alınmıştır.)
akatalpa- ekim 2010
Harun Atak’a
bir ortaçağ yangınını yürüdü
keşiş. kanlı hacını sırtlayan isa dedi;
su ahıma dökülsün
buhur ve sabırla saçıldı zaman
ereğin kemikten gövdesinde
savurmadan küllerini
:
Susku
bu manastırdan sonrası Ahiret
yüzünü döktüğün ayna da bilsin
uzağına saplanan sarnıç da
kâğıttan kayığında uyu sen
Şair. biçem sözcüğe aksın
:
Eskil ve Gizil
kanatlarımı meryem’e taktım
o uçsun sonsuzluğu
artık eyüb’e sabır
ibrahim’e su değilim
Bekle…
sızıya düşen tek hecedir bunca şiirden
incinin ıslak ağzıyla Onu öpmeye geldik
sunakta ayin sonrası
kumdan alevden
Nilüfer Altunkaya
(İtalikler; Harun Atak’ın şiirlerinden alınmıştır.)
akatalpa- ekim 2010
karnaval
karnaval
saçları dağınık bir çocuktu aşk
gökler yedi kat yazgılı bulut huzursuz
ve hevesliydi ellerimiz
her tene sorgulayan kendini
örtülerini renk renk soyan
kadınların maskesiydi yaraları
ufka dönüşen adamlar gördük
yatağın sonrasına saplandı kılıçları
yürüdüğümüz bıçak sırtı gülüşüyle ürperdi
karnavalın delisi şarap dans ve ateştendi
neler neler yoktu ki dibinde
çöktüğümüz suların
binlerce yüzle aktığımız gece
gölgesiydi günahın
bunca insan kimyasında salgılanan
şehvet suç ve intihar düş gibi
sokağa taşan çığlıklarda tutku
histeri ve poligami
gözlerinde şizofren senleri gördüm
bir mutlak zamandaydık
cücelere bölünüp palyaço yüzlü
şeytanın insafına sığındık
ve şair çekti tetiği -beratta cheetah-
kan lekeye dönüşürken karnaval bitti
nisan-mayıs 2010-
nilüfer altunkaya
yeniyazı sayı 7
saçları dağınık bir çocuktu aşk
gökler yedi kat yazgılı bulut huzursuz
ve hevesliydi ellerimiz
her tene sorgulayan kendini
örtülerini renk renk soyan
kadınların maskesiydi yaraları
ufka dönüşen adamlar gördük
yatağın sonrasına saplandı kılıçları
yürüdüğümüz bıçak sırtı gülüşüyle ürperdi
karnavalın delisi şarap dans ve ateştendi
neler neler yoktu ki dibinde
çöktüğümüz suların
binlerce yüzle aktığımız gece
gölgesiydi günahın
bunca insan kimyasında salgılanan
şehvet suç ve intihar düş gibi
sokağa taşan çığlıklarda tutku
histeri ve poligami
gözlerinde şizofren senleri gördüm
bir mutlak zamandaydık
cücelere bölünüp palyaço yüzlü
şeytanın insafına sığındık
ve şair çekti tetiği -beratta cheetah-
kan lekeye dönüşürken karnaval bitti
nisan-mayıs 2010-
nilüfer altunkaya
yeniyazı sayı 7
23 Ekim 2010 Cumartesi
kurşun asker ve balerin
yitik zafer
karanlığın yağmura dolanırken
aktığı hiçlikten geldim
ve artık gidiyorum
sen, yarasından tamamlanmış kurşun asker
bilirsin
gelmenin ve gitmenin bin bir türlü yolu vardır
ilk anlamlarını giyinen sözcükler
dansımıza kavuşunca
yorgun duruşundan çoğalttım seni
gecikmişliğime aldırmıyorum
kendimizle yüzleştiğimiz yollardı
-faşizmin kulağını çınlatarak-
yürüdüğümüz sevdamız
başucuna bıraktığımda kızlığımı
anladım ki artık kimse değiliz
ey eksikliğinden çoğalmış kurşun asker
bunca zaman sonra çıkar üstünden
yamalı üniformanın kirli duruşunu
-eğer yeterse gücün-
yasal kaygılarından ve üreme içgüdünden
kanlı apoletlerini sök
yakomazlarda açan bir düş olarak anımsa beni
hegel yüzünden evrimleştik sanalım
tiz serüveninde aşk’ın
günün dağlara yürüdüğü ülkemdi gülüşün
-akılcı ve beyaz bir özgürlüğe benzeyen hani-
utançla siliyorum adımı hatıra defterlerinden
bütün seslerden çekiliyorum sesime değen
suçun her rengiyle yıkanmış lekelere benzediğimiz
ölü yüzleri döküyorum
içimin boşluğuna
ben de söz etmeyi sevmem kendimden
yaka paça kovulduğum her sevinç
ve arsız geçmişimi kabullenişim
epeyce yitik bir hikâyeye benzer
hiç kimseye yakıştıramam anlaşılmayı bu yüzden
gözlerime bakmadan düş yüreğimden
sen, boşluğuna yenilmiş kurşun asker
bilirsin
var olmanın ve ölmenin bin bir türlü yolu vardır
nilüfer altunkaya
ekim 2010
karanlığın yağmura dolanırken
aktığı hiçlikten geldim
ve artık gidiyorum
sen, yarasından tamamlanmış kurşun asker
bilirsin
gelmenin ve gitmenin bin bir türlü yolu vardır
ilk anlamlarını giyinen sözcükler
dansımıza kavuşunca
yorgun duruşundan çoğalttım seni
gecikmişliğime aldırmıyorum
kendimizle yüzleştiğimiz yollardı
-faşizmin kulağını çınlatarak-
yürüdüğümüz sevdamız
başucuna bıraktığımda kızlığımı
anladım ki artık kimse değiliz
ey eksikliğinden çoğalmış kurşun asker
bunca zaman sonra çıkar üstünden
yamalı üniformanın kirli duruşunu
-eğer yeterse gücün-
yasal kaygılarından ve üreme içgüdünden
kanlı apoletlerini sök
yakomazlarda açan bir düş olarak anımsa beni
hegel yüzünden evrimleştik sanalım
tiz serüveninde aşk’ın
günün dağlara yürüdüğü ülkemdi gülüşün
-akılcı ve beyaz bir özgürlüğe benzeyen hani-
utançla siliyorum adımı hatıra defterlerinden
bütün seslerden çekiliyorum sesime değen
suçun her rengiyle yıkanmış lekelere benzediğimiz
ölü yüzleri döküyorum
içimin boşluğuna
ben de söz etmeyi sevmem kendimden
yaka paça kovulduğum her sevinç
ve arsız geçmişimi kabullenişim
epeyce yitik bir hikâyeye benzer
hiç kimseye yakıştıramam anlaşılmayı bu yüzden
gözlerime bakmadan düş yüreğimden
sen, boşluğuna yenilmiş kurşun asker
bilirsin
var olmanın ve ölmenin bin bir türlü yolu vardır
nilüfer altunkaya
ekim 2010
24 Ağustos 2010 Salı
wish you were here
wish you were here*
intiharına gencecik dağılırım diye
tutardı elimden pink floydlar
hasta yakını gibi uyukladığım eğri
yatağa kusardın siluetini
vazgeç benden diyerek
suça yürürken ergenliğimiz
sıcak ve alkollüydü sabahlarımız
ekşi bir yazın sonuna bağladığım hışırtı
gitarının derisini soyardı mişel
ruhunu ıslatsın diye balkon ve turkuaz
sokağın geçmişine yürürken
düşlerde kanardık seviştiğimiz
bu iç kanamayla çatırdayarak
bir bedene sığınırdık eşeysiz
uçurumlarda seğiren gözlerin gibi
ne evcil bir isyandık anımsa
okul bahçelerinde devletle el eleydi
manik depresif masumiyetimiz
istersen söyleriz yine sevdiğin şarkıları
yüksek dozdan inişe geçtiğimiz
her hanımeline bir izmir sokulur yine
akşamüstleri yineler ölüm soğuk tenini
çocuklarla koşar içimde gölgen
ve tanrının gömleğinden çıkmaz artık lekemiz
Nilüfer Altunkaya
*Bir Pink Floyd şarkısı
akatalpa - ağustos 2010
intiharına gencecik dağılırım diye
tutardı elimden pink floydlar
hasta yakını gibi uyukladığım eğri
yatağa kusardın siluetini
vazgeç benden diyerek
suça yürürken ergenliğimiz
sıcak ve alkollüydü sabahlarımız
ekşi bir yazın sonuna bağladığım hışırtı
gitarının derisini soyardı mişel
ruhunu ıslatsın diye balkon ve turkuaz
sokağın geçmişine yürürken
düşlerde kanardık seviştiğimiz
bu iç kanamayla çatırdayarak
bir bedene sığınırdık eşeysiz
uçurumlarda seğiren gözlerin gibi
ne evcil bir isyandık anımsa
okul bahçelerinde devletle el eleydi
manik depresif masumiyetimiz
istersen söyleriz yine sevdiğin şarkıları
yüksek dozdan inişe geçtiğimiz
her hanımeline bir izmir sokulur yine
akşamüstleri yineler ölüm soğuk tenini
çocuklarla koşar içimde gölgen
ve tanrının gömleğinden çıkmaz artık lekemiz
Nilüfer Altunkaya
*Bir Pink Floyd şarkısı
akatalpa - ağustos 2010
figan
figân
“ey milletim! ah u figân gününden sizin hesabınıza korkuyorum.”*
iri gözlerle ekler ölümü
zamanın savruk pelerinine
yangınlar körükleyen ürperişin
sayrılı bir anımsamadır
gidişinle duvarlar arasında
tüllenen bedenim
eskil ayinlerce kutsanan
şaraptır aşk ve ten
lirik solgunluğuna dudakların
bir ben duyarım lanetle
yanılgıya başlayan çözülüşünü
ve demir alışını canımdan
sonsuz kıyılardır şimdi
bir adanın intiharı denize
rivayet edilişi kıyametlerin
de ki; şiirle direnirim
esirgeyen ve bağışlayan
efsunlu düşlerin çağrısına
ya sabır
ya isyan
* el-Mü’min suresi (İnanmış adam ile Firavun’un konuşmasından)
nilüfer altunkaya
kış 2010
Şiiri Özlüyorum
“ey milletim! ah u figân gününden sizin hesabınıza korkuyorum.”*
iri gözlerle ekler ölümü
zamanın savruk pelerinine
yangınlar körükleyen ürperişin
sayrılı bir anımsamadır
gidişinle duvarlar arasında
tüllenen bedenim
eskil ayinlerce kutsanan
şaraptır aşk ve ten
lirik solgunluğuna dudakların
bir ben duyarım lanetle
yanılgıya başlayan çözülüşünü
ve demir alışını canımdan
sonsuz kıyılardır şimdi
bir adanın intiharı denize
rivayet edilişi kıyametlerin
de ki; şiirle direnirim
esirgeyen ve bağışlayan
efsunlu düşlerin çağrısına
ya sabır
ya isyan
* el-Mü’min suresi (İnanmış adam ile Firavun’un konuşmasından)
nilüfer altunkaya
kış 2010
Şiiri Özlüyorum
sanki gitmek
sanki gitmek
beni bir atı vurdular diye unut
rüzgârın başlangıcında
yalnızlığından bir çocuk büyüt
sokak sokak
evlat edin yağmurla
birbirine karışarak varolan
kahkahayla ışıldayan acı çektikçe
ve vazgeçen alev alev
ellerimiz ölse de
sözünü tut
parmak uçlarındaki günışığıyla
seyreltme ıssızlığımı
beni içine sindiğim yerde unut
teninin ilkyazında
Lacivert-
Nilüfer Altunkaya
beni bir atı vurdular diye unut
rüzgârın başlangıcında
yalnızlığından bir çocuk büyüt
sokak sokak
evlat edin yağmurla
birbirine karışarak varolan
kahkahayla ışıldayan acı çektikçe
ve vazgeçen alev alev
ellerimiz ölse de
sözünü tut
parmak uçlarındaki günışığıyla
seyreltme ıssızlığımı
beni içine sindiğim yerde unut
teninin ilkyazında
Lacivert-
Nilüfer Altunkaya
korza
korza
alnınızdaki yara izinden tanıdım sizi
eski bir liman kentinde karşılaşmış olmalıyız
anımsarsınız mutlaka
kirpikleri tuzdan günbatımıyım
ellerimin çürük yosun kokusu
saçlarımdaki vazgeçmiş lodos
ıssız yaşamların kumsallarıdır
ve kayalara çarpa çarpa doğduğum
denizden ahiretimdir aşk
kile dönüştü sevdiğim adam
yitirdiğim şarkılardır çocukluğum
yengeç dolu ağlar takılırken parmakuçlarıma
sabrın göğsüne uzanmış bekliyorum
eski bir liman kentiydi gençliğimiz
dibe çöküşü gibiydiler çaresiz köklerin
oyulmuş gövdeleri kabuktan yüzleriyle
başka adamlar ve başka kadınlar
uğultusunu bırakarak sözcüklerin
yana yakıla geçtiler tenimizden
yakamoza dönüştü sevdiğim adam
alnındaki yara izinden öperdim onu
mühürlü gülüşünden her sabah
mercana dolanışı gibi oyunbaz suların
sisli zamanlar eklerdik birbirimize
dansa dönüştü sevdiğim adam
kumun ve arzunun ıslak başlangıcına
deniz fenerinin batık gemilerde sızlayan
mavi yanılgısına içimin dehlizlerine
sığmayan köpükten karanlığa
sonsuzluğa dönüştü sevdiğim adam
ilkyaz- 2010
Nilüfer Altunkaya
Eliz - ağustos 2010
alnınızdaki yara izinden tanıdım sizi
eski bir liman kentinde karşılaşmış olmalıyız
anımsarsınız mutlaka
kirpikleri tuzdan günbatımıyım
ellerimin çürük yosun kokusu
saçlarımdaki vazgeçmiş lodos
ıssız yaşamların kumsallarıdır
ve kayalara çarpa çarpa doğduğum
denizden ahiretimdir aşk
kile dönüştü sevdiğim adam
yitirdiğim şarkılardır çocukluğum
yengeç dolu ağlar takılırken parmakuçlarıma
sabrın göğsüne uzanmış bekliyorum
eski bir liman kentiydi gençliğimiz
dibe çöküşü gibiydiler çaresiz köklerin
oyulmuş gövdeleri kabuktan yüzleriyle
başka adamlar ve başka kadınlar
uğultusunu bırakarak sözcüklerin
yana yakıla geçtiler tenimizden
yakamoza dönüştü sevdiğim adam
alnındaki yara izinden öperdim onu
mühürlü gülüşünden her sabah
mercana dolanışı gibi oyunbaz suların
sisli zamanlar eklerdik birbirimize
dansa dönüştü sevdiğim adam
kumun ve arzunun ıslak başlangıcına
deniz fenerinin batık gemilerde sızlayan
mavi yanılgısına içimin dehlizlerine
sığmayan köpükten karanlığa
sonsuzluğa dönüştü sevdiğim adam
ilkyaz- 2010
Nilüfer Altunkaya
Eliz - ağustos 2010
eksik ağıt
eksik ağıt
yüzünün yarısı erdal eren
allah’ım sen de bize gel
sizin omzunuz gökyüzü mü
amca bana da bir idam ver
bezirgânbaşı bezirgânbaşı
bizim evde günler geçmez
annem der ki halk ve devlet
arasından hiç can sızmaz
ağbim kardeşim oğlum
devrime avludur gençliğin
ülkem gibi dağlık olsun
vicdanımızda serinliğin
yüzümün yarısı erdal eren
allah’ım sen de bize gel
nilüfer altunkaya
-berfin bahar temmuz 2010
yüzünün yarısı erdal eren
allah’ım sen de bize gel
sizin omzunuz gökyüzü mü
amca bana da bir idam ver
bezirgânbaşı bezirgânbaşı
bizim evde günler geçmez
annem der ki halk ve devlet
arasından hiç can sızmaz
ağbim kardeşim oğlum
devrime avludur gençliğin
ülkem gibi dağlık olsun
vicdanımızda serinliğin
yüzümün yarısı erdal eren
allah’ım sen de bize gel
nilüfer altunkaya
-berfin bahar temmuz 2010
anafor
anafor
burada bu aşkın tarihinde
batık bir gemide gibiyim
yüzeye vurmamı bekleme git
avun biraz yağmurda yolculuklarda
tortumu kazı kehanetinden
görecesizdi uykumuzda zaman
uzaklıklarsa sanrılı kıyılarımız
dün sabah sokağa taşınan mevsim
iki sökük daldan ayrı ayrı
sarkarak benzedi ikimize
çok dağıldım soğuk sulara böyle
düşleri birbirine karıştıran anafor
boyutlarını unutturuyor nesnelere
ve aklım almıyor bir türlü
bana sapladığın ölümün
adı aşk niye
yüzün tenimden akan ıslaklık
anahtarı attım işte denize
kilidin pasında boşuna sabır
Nilüfer Altunkaya
nisan 2010
-kurşun kalem-
burada bu aşkın tarihinde
batık bir gemide gibiyim
yüzeye vurmamı bekleme git
avun biraz yağmurda yolculuklarda
tortumu kazı kehanetinden
görecesizdi uykumuzda zaman
uzaklıklarsa sanrılı kıyılarımız
dün sabah sokağa taşınan mevsim
iki sökük daldan ayrı ayrı
sarkarak benzedi ikimize
çok dağıldım soğuk sulara böyle
düşleri birbirine karıştıran anafor
boyutlarını unutturuyor nesnelere
ve aklım almıyor bir türlü
bana sapladığın ölümün
adı aşk niye
yüzün tenimden akan ıslaklık
anahtarı attım işte denize
kilidin pasında boşuna sabır
Nilüfer Altunkaya
nisan 2010
-kurşun kalem-
2 Haziran 2010 Çarşamba
yoksul sevinci
yoksul sevinci*
ahmet arif’e
I.
utangaç bir konuk yokluğun alışıyorum
keşfederken şiirin anlara dönüşünü
yıkıntılar ve düşler arasından
elimdeki aynaya gülümseyen
ölümü sevmek suçun
ay ışığı ellerini kanıyorum
II.
gözlerini kapatınca ölü bir evin
geçmişin soğuk duvarlarıyla
kurtulmak için ağırlığından
yıllar önce kışa gömdüğüm
türkümdü çığlığını duyuyorum
III.
karanlığa rengini akıtan
nedensiz gülümseyiş çıktığın kapı
boş bir elbise bedenini arayan
gölgesinde yamalarla yoksul sevinci
binlerce kez yaşamak bir gülün
uçuruma düşüşünü teninden
ilkyazın ıslığını ağlıyorum
IV.
yakamozla beslediğin göl kıyısıyım
eli ayağı tutmayan umut
boşluğunda bilincini arayan
aşk ertesi sızlayan yüreğimle
bu şehri kurdum sana eskidi bile
yollardan adımını sakınıyorum
2003-2009
Nilüfer ALTUNKAYA
Berfin bahar- Mayıs 2010
* bu şiiri dosya için çalışırken uyak akışını değiştirmiştim.
Bu hali şiirin eski halidir.
ahmet arif’e
I.
utangaç bir konuk yokluğun alışıyorum
keşfederken şiirin anlara dönüşünü
yıkıntılar ve düşler arasından
elimdeki aynaya gülümseyen
ölümü sevmek suçun
ay ışığı ellerini kanıyorum
II.
gözlerini kapatınca ölü bir evin
geçmişin soğuk duvarlarıyla
kurtulmak için ağırlığından
yıllar önce kışa gömdüğüm
türkümdü çığlığını duyuyorum
III.
karanlığa rengini akıtan
nedensiz gülümseyiş çıktığın kapı
boş bir elbise bedenini arayan
gölgesinde yamalarla yoksul sevinci
binlerce kez yaşamak bir gülün
uçuruma düşüşünü teninden
ilkyazın ıslığını ağlıyorum
IV.
yakamozla beslediğin göl kıyısıyım
eli ayağı tutmayan umut
boşluğunda bilincini arayan
aşk ertesi sızlayan yüreğimle
bu şehri kurdum sana eskidi bile
yollardan adımını sakınıyorum
2003-2009
Nilüfer ALTUNKAYA
Berfin bahar- Mayıs 2010
* bu şiiri dosya için çalışırken uyak akışını değiştirmiştim.
Bu hali şiirin eski halidir.
14 Mayıs 2010 Cuma
göçer kız
göçer bir kızın türküsü
bu benim bekaretim anne
kaç kez yırtıldı bilsen
bu da cesaretim
kaç kez kırıldı
yarı yolda kaldık yine bütün göçerler
bu benim esaretim anne
kaç kez vuruldu kanatlarım
göğün buz mavisiyle doluyken
bu benim ihanetim anne
adamlığı sorgulanmaz yerlerden
kaç kez söküldük bilsen
bu benim sefaletim anne
yazıldığımız dalgın yürekten
duvarlarına kan kusulmuş evlerden
törenin artık küstahlığını
kaç kez kuşandık bilsen
ay doğunca dağlardır memleketim
saçlarımda kaç kördüğüm ellerinden
bu benim nihayetim anne
bir çadır daha kurarım kızlığımdan
üzülme sen
bahar,yaz-2009
(Yeni Yazı Mayıs Haziran 2010)
bu benim bekaretim anne
kaç kez yırtıldı bilsen
bu da cesaretim
kaç kez kırıldı
yarı yolda kaldık yine bütün göçerler
bu benim esaretim anne
kaç kez vuruldu kanatlarım
göğün buz mavisiyle doluyken
bu benim ihanetim anne
adamlığı sorgulanmaz yerlerden
kaç kez söküldük bilsen
bu benim sefaletim anne
yazıldığımız dalgın yürekten
duvarlarına kan kusulmuş evlerden
törenin artık küstahlığını
kaç kez kuşandık bilsen
ay doğunca dağlardır memleketim
saçlarımda kaç kördüğüm ellerinden
bu benim nihayetim anne
bir çadır daha kurarım kızlığımdan
üzülme sen
bahar,yaz-2009
(Yeni Yazı Mayıs Haziran 2010)
6 Mayıs 2010 Perşembe
bunca
bunca
ellerimin öfkesini bırak, beni bırakma
hırçın bir yağmur gibi tara saçlarını toprağın
tenimde izini bırak, beni bırakma
bir ömre bunca sözcük bunca aşk
yüreğin atışında bunca yalnızlık, bunca telaş
bir göz merceğine bunca tortu, bunca ışık
her hanımeline rengini bırak, beni bırakma
aynı özden saçıldığımız dal dal
her insana ağladığımız yol yol
bunca kanarken ahınla eyvahınla… sus sus
ölümün peşini bırak, beni bırakma
haziran 2009
Nilüfer ALTUNKAYA
afrodisyas-sanat
ellerimin öfkesini bırak, beni bırakma
hırçın bir yağmur gibi tara saçlarını toprağın
tenimde izini bırak, beni bırakma
bir ömre bunca sözcük bunca aşk
yüreğin atışında bunca yalnızlık, bunca telaş
bir göz merceğine bunca tortu, bunca ışık
her hanımeline rengini bırak, beni bırakma
aynı özden saçıldığımız dal dal
her insana ağladığımız yol yol
bunca kanarken ahınla eyvahınla… sus sus
ölümün peşini bırak, beni bırakma
haziran 2009
Nilüfer ALTUNKAYA
afrodisyas-sanat
3 Nisan 2010 Cumartesi
gece bitkileri
Gece Bitkileri
“Gece Bitkileri”ne Rediflemeler *
tek bir sözcüktür adın adımı bulamazsa
cinnetime aldırma
aynaya vur ışığını
yüzünü sakınma gülmelerden
tenini düşlerden öpüşlerden
çam sakızı çoban armağanı sevdam
bakir ormanlarına defne
keşke…
aka aka oluşsun rengin
damarlarında özgürlüğün
dölsüz bir rahmin sıcaklığına konsun
bir güzel gün uğruna
çatlasın tomurcuğu isyanın
tek bir sözcüktür adım adını bulamazsa
umudun erken alçaldığı bahar dalı gibisin
çok uzak kıyılardan bakıyorum dehşetine
sarılsam yoksun
yelkenleri suçüstü çırpınan bir batık gemiyim
ısısızlığına
keşke…
sana çarptıkça uğuldayan sessizliğim
amin diyemediğim dualar gibisin
babamı özlediğim ellerin
tutunsam yoksun
en karanlık yolculukta yanındaki boş koltuk benim
eşitsizliğimizin tutarsız süreci
yaşamın çözümsüzlük kümesi
…aşk
bir çığlığın bir çığlığa aktığı
yaralı şiirlerden tadıyorum kanadıkça
keşke…
ağlasam yoksun
evler nasıl delirdi
kendini suya attı köprüler
ağaçlardan neler duydum bilsen
nasıl da yandı bitti kül oldu
beni özlemediğin şehirler
keşke…
bir madenci fenerine koşuyorum göçük altında
saçlarım iki örgü çocukluğuna
islenmemiş bakışlarım kuytularda
hüzünlü vadilerde kaybolmamışız
zamanın hırçın dalgalarına yenilmemişiz daha
söyleyecek sözlerim vardı
unuttum sonra
keşke…
bir ortadoğu telaşını saçardın sokaklara
yaşadığın şehirlere, ummadığın hainliklere
salıncağı kırık yorgun parklara
boş havuzlara, bankları çürük randevulara
bir yasak sevişin sonuna gelmişliğin
en çaresiz güvercini gibiyim
keşke…
vurulsam taş gibi düşsem uykuna
sevinirdim yaşanmamış olmana
aşk bekler kendini
avuçlarında saçlarımın esnek kumrallığı
şairler sever kendine gizlenen nilüferleri
sekerek bir dağ gölünün saydamlığından
tek şiirlik imgedir belki yalnızlığımız
keşke…
karanlık sulardan dertli uçurumlardan çağlayan
olanaksız hızın
öyle bir yalansın ki aklımı yitiririm
sökülürse tenimden hiçliğin
ilkel savaşlarda kaybederim yurdumu
bir başka bedene dökülür özüm
bir sömürge işgali gibi başlar
senden sökülüşüm
keşke…
koşarım meydanları çağlar ertesi
el öpen çocuklarla bayram sabahlarını
mutsuz odaları tek kişilik sevişleri
şiirsiz aşkları aşksız şiirleri
keşke…
keşke
bu kadar üşümeseydik
keşke
deniz yağmur kokmasaydı
biraz eyvallahın olsaydı
adımı yenileyen harfler
bedenimde gizil ölüm
çırılçıplak bekleyen ateş
yandığım su
keşke…
ben bu çeşmede yüzümü yıkarken
derbentlere aksaydın
koşsaydım zamanlardan yalım ayak
yüzünü aralayan sarsıntıya
yıkılmış dört duvarım
zifaf geceme ağıt olsaydın
keşke…
sıyrıldı varoluşum içim gözüktü
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
hırka
düşümde bir şey arıyordum
gülüşüne benzeyen
bir vazgeçiş çöküyordu an’lara
özlemek geçmişin göktaşı bazen
sarmal bir yayı geriyorduk
okyanusun sofrasına serinledikçe
hani bütün yaralarımı üflüyordun
bozkırın uyumunu giyinen
bir hırkaydı sıcaklığın omuzlarımda
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
bahçe
haritalar kuzey amerika’ya güdümlü
kararsız rotalarda kağıt gemiler
ıslanırlar yüzerken akşamlarımıza
bir kızılderilinin kaskatı yüzüyle
bahçenin orta yerine kurulmuş sofra
sarı beyaz kediler kendini okşuyor
nerdeyim diye soracakken, başkasına bakıyorsun
kıyılarda sessizce ağlıyorum
bir lotusun yaprağından adın kayıyor
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
ezan sesi
can sıkıntısından gökler yapıp
kar topu oynardık buzullarla
ısırgan otundan acıyan rüzgar
rivayet dedi çocuk cıvıltılarına
zamanı buruşturdun bir gece
çok uzaklara attın
yaşlıyım ezan sesiyle dolu günlerim
ölü doğmuş minarelerim
kirpiklerin öyle boş vermiş ki yağmura
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
sigara
bu sigara sönmedi barış aşkına
bu çözgün sevda yitmedi
çok beyaz bir yasemin kurudu birden
suya doluştu dudağındaki renkler
totemler acır mı inanca
anadolu sabrını soyar mı bir gün
iki insanın sonsuz yakınlığına biz
edilgin yasaklar kurgularken
kelebekler saçtığında bilirdim
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
ağaç
başucunda bir kızıl ağaç büyüyor
dallarına camdan kuşlar konuyor
kuşların kanadında bahar nakışlanıyor
kendini hiç açmamış çiçekleri okşardın
sıkıntının elini tutardı yaşlı bir teyze
ömrünün kıyısından karşıya geçerken
usulca çalarken okul zillerini
genç kızlarla kemanlara koşardın
uzaktan bakınca özgürlüğe benzerdin
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
mavi
yokluğunda penceremdi gözlerin
evimdi balkonunda demlendiğim
gizlendiğim şiirlerde bulurdun beni
kurallı düz cümleydim
mercansı bir sınır var aramızda
incilerini terleyen gururunla
haritalar kağıttan imzalar da
ya sınırlar sınırlarımız
sana batıp çıktıkça maviye döndü ünlemim
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
anadolu
yoksul bir gecikmeyle başladık gelişmeye
çocukluğumu otlar bürüdü diye
kokunla giyindim memleketi
tanrı’nın çocukluğuna yürüyen
tanrı bizi yaratırken
ölüm şarkı söylerdi
biz umudu yaratırken
tanrı neden ağlardı
iyiliksin tanımsız birden bire
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
çözümsüzlük
eşzamansız şairlerden büyüdük kendimize
koşmadığımız köy yollarında
hep kazanırsın ey çözümsüzlük
sürgündür demokrasi kanlı gömleğine
devletçe umursanmadı
yoksulluk sınırımız açlık sınırımız
ağdalı reçineler gibi aktık
orta yaşlı sabırlı çam ağaçlarından
kış günlerinin solgunluğuydun
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
çay bahçesi
güz boşluğunu soluyan bir çay bahçesinde
sarmaş dolaş olmadık seninle hiç
ondan mıydı kendini yolcular gibi
bakışlarında sınırlı sarnıçlar süsledin
şiirlerin paylaşılmazlığında kavuştuk ama
sahnenin tozunu ısıran alkışlarda
arabesk bir ezgi sundu beni sana
geçici efkar ağrılı iksir
an ki fıskiyesi sonsuzluğun
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
gece
seni buldum da mı kaybettim bilmem
kalabalığında yalnızlığımın
böyle en dibinde gecenin
parmak uçlarını ararken
özgürlük bayrağıydı ‘68
sonsuzlar çizilmiş yörüngelerde
egemenlik kayıtlı ve şartlıydı
postalların ezdiği karanfillerde
kendime yolculuğumdun bütün senlerden
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
*Bu şiir Cemal Süreyya’nın 20 Şiir’lerinden (Güz Bitiği) esinlenilerek yazılmıştır. İtalikler ve “keşke yalnız bunun için sevseydim seni” dizeleri bu şiirlerden alınmıştır. Şiirsel bütünlük bozulmasın diye yapılan göndermeler ayrıca belirtilmemiştir.
“Gece Bitkileri”ne Rediflemeler *
tek bir sözcüktür adın adımı bulamazsa
cinnetime aldırma
aynaya vur ışığını
yüzünü sakınma gülmelerden
tenini düşlerden öpüşlerden
çam sakızı çoban armağanı sevdam
bakir ormanlarına defne
keşke…
aka aka oluşsun rengin
damarlarında özgürlüğün
dölsüz bir rahmin sıcaklığına konsun
bir güzel gün uğruna
çatlasın tomurcuğu isyanın
tek bir sözcüktür adım adını bulamazsa
umudun erken alçaldığı bahar dalı gibisin
çok uzak kıyılardan bakıyorum dehşetine
sarılsam yoksun
yelkenleri suçüstü çırpınan bir batık gemiyim
ısısızlığına
keşke…
sana çarptıkça uğuldayan sessizliğim
amin diyemediğim dualar gibisin
babamı özlediğim ellerin
tutunsam yoksun
en karanlık yolculukta yanındaki boş koltuk benim
eşitsizliğimizin tutarsız süreci
yaşamın çözümsüzlük kümesi
…aşk
bir çığlığın bir çığlığa aktığı
yaralı şiirlerden tadıyorum kanadıkça
keşke…
ağlasam yoksun
evler nasıl delirdi
kendini suya attı köprüler
ağaçlardan neler duydum bilsen
nasıl da yandı bitti kül oldu
beni özlemediğin şehirler
keşke…
bir madenci fenerine koşuyorum göçük altında
saçlarım iki örgü çocukluğuna
islenmemiş bakışlarım kuytularda
hüzünlü vadilerde kaybolmamışız
zamanın hırçın dalgalarına yenilmemişiz daha
söyleyecek sözlerim vardı
unuttum sonra
keşke…
bir ortadoğu telaşını saçardın sokaklara
yaşadığın şehirlere, ummadığın hainliklere
salıncağı kırık yorgun parklara
boş havuzlara, bankları çürük randevulara
bir yasak sevişin sonuna gelmişliğin
en çaresiz güvercini gibiyim
keşke…
vurulsam taş gibi düşsem uykuna
sevinirdim yaşanmamış olmana
aşk bekler kendini
avuçlarında saçlarımın esnek kumrallığı
şairler sever kendine gizlenen nilüferleri
sekerek bir dağ gölünün saydamlığından
tek şiirlik imgedir belki yalnızlığımız
keşke…
karanlık sulardan dertli uçurumlardan çağlayan
olanaksız hızın
öyle bir yalansın ki aklımı yitiririm
sökülürse tenimden hiçliğin
ilkel savaşlarda kaybederim yurdumu
bir başka bedene dökülür özüm
bir sömürge işgali gibi başlar
senden sökülüşüm
keşke…
koşarım meydanları çağlar ertesi
el öpen çocuklarla bayram sabahlarını
mutsuz odaları tek kişilik sevişleri
şiirsiz aşkları aşksız şiirleri
keşke…
keşke
bu kadar üşümeseydik
keşke
deniz yağmur kokmasaydı
biraz eyvallahın olsaydı
adımı yenileyen harfler
bedenimde gizil ölüm
çırılçıplak bekleyen ateş
yandığım su
keşke…
ben bu çeşmede yüzümü yıkarken
derbentlere aksaydın
koşsaydım zamanlardan yalım ayak
yüzünü aralayan sarsıntıya
yıkılmış dört duvarım
zifaf geceme ağıt olsaydın
keşke…
sıyrıldı varoluşum içim gözüktü
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
hırka
düşümde bir şey arıyordum
gülüşüne benzeyen
bir vazgeçiş çöküyordu an’lara
özlemek geçmişin göktaşı bazen
sarmal bir yayı geriyorduk
okyanusun sofrasına serinledikçe
hani bütün yaralarımı üflüyordun
bozkırın uyumunu giyinen
bir hırkaydı sıcaklığın omuzlarımda
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
bahçe
haritalar kuzey amerika’ya güdümlü
kararsız rotalarda kağıt gemiler
ıslanırlar yüzerken akşamlarımıza
bir kızılderilinin kaskatı yüzüyle
bahçenin orta yerine kurulmuş sofra
sarı beyaz kediler kendini okşuyor
nerdeyim diye soracakken, başkasına bakıyorsun
kıyılarda sessizce ağlıyorum
bir lotusun yaprağından adın kayıyor
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
ezan sesi
can sıkıntısından gökler yapıp
kar topu oynardık buzullarla
ısırgan otundan acıyan rüzgar
rivayet dedi çocuk cıvıltılarına
zamanı buruşturdun bir gece
çok uzaklara attın
yaşlıyım ezan sesiyle dolu günlerim
ölü doğmuş minarelerim
kirpiklerin öyle boş vermiş ki yağmura
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
sigara
bu sigara sönmedi barış aşkına
bu çözgün sevda yitmedi
çok beyaz bir yasemin kurudu birden
suya doluştu dudağındaki renkler
totemler acır mı inanca
anadolu sabrını soyar mı bir gün
iki insanın sonsuz yakınlığına biz
edilgin yasaklar kurgularken
kelebekler saçtığında bilirdim
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
ağaç
başucunda bir kızıl ağaç büyüyor
dallarına camdan kuşlar konuyor
kuşların kanadında bahar nakışlanıyor
kendini hiç açmamış çiçekleri okşardın
sıkıntının elini tutardı yaşlı bir teyze
ömrünün kıyısından karşıya geçerken
usulca çalarken okul zillerini
genç kızlarla kemanlara koşardın
uzaktan bakınca özgürlüğe benzerdin
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
mavi
yokluğunda penceremdi gözlerin
evimdi balkonunda demlendiğim
gizlendiğim şiirlerde bulurdun beni
kurallı düz cümleydim
mercansı bir sınır var aramızda
incilerini terleyen gururunla
haritalar kağıttan imzalar da
ya sınırlar sınırlarımız
sana batıp çıktıkça maviye döndü ünlemim
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
anadolu
yoksul bir gecikmeyle başladık gelişmeye
çocukluğumu otlar bürüdü diye
kokunla giyindim memleketi
tanrı’nın çocukluğuna yürüyen
tanrı bizi yaratırken
ölüm şarkı söylerdi
biz umudu yaratırken
tanrı neden ağlardı
iyiliksin tanımsız birden bire
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
çözümsüzlük
eşzamansız şairlerden büyüdük kendimize
koşmadığımız köy yollarında
hep kazanırsın ey çözümsüzlük
sürgündür demokrasi kanlı gömleğine
devletçe umursanmadı
yoksulluk sınırımız açlık sınırımız
ağdalı reçineler gibi aktık
orta yaşlı sabırlı çam ağaçlarından
kış günlerinin solgunluğuydun
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
çay bahçesi
güz boşluğunu soluyan bir çay bahçesinde
sarmaş dolaş olmadık seninle hiç
ondan mıydı kendini yolcular gibi
bakışlarında sınırlı sarnıçlar süsledin
şiirlerin paylaşılmazlığında kavuştuk ama
sahnenin tozunu ısıran alkışlarda
arabesk bir ezgi sundu beni sana
geçici efkar ağrılı iksir
an ki fıskiyesi sonsuzluğun
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
gece
seni buldum da mı kaybettim bilmem
kalabalığında yalnızlığımın
böyle en dibinde gecenin
parmak uçlarını ararken
özgürlük bayrağıydı ‘68
sonsuzlar çizilmiş yörüngelerde
egemenlik kayıtlı ve şartlıydı
postalların ezdiği karanfillerde
kendime yolculuğumdun bütün senlerden
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
*Bu şiir Cemal Süreyya’nın 20 Şiir’lerinden (Güz Bitiği) esinlenilerek yazılmıştır. İtalikler ve “keşke yalnız bunun için sevseydim seni” dizeleri bu şiirlerden alınmıştır. Şiirsel bütünlük bozulmasın diye yapılan göndermeler ayrıca belirtilmemiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)