yitik zafer
karanlığın yağmura dolanırken
aktığı hiçlikten geldim
ve artık gidiyorum
sen, yarasından tamamlanmış kurşun asker
bilirsin
gelmenin ve gitmenin bin bir türlü yolu vardır
ilk anlamlarını giyinen sözcükler
dansımıza kavuşunca
yorgun duruşundan çoğalttım seni
gecikmişliğime aldırmıyorum
kendimizle yüzleştiğimiz yollardı
-faşizmin kulağını çınlatarak-
yürüdüğümüz sevdamız
başucuna bıraktığımda kızlığımı
anladım ki artık kimse değiliz
ey eksikliğinden çoğalmış kurşun asker
bunca zaman sonra çıkar üstünden
yamalı üniformanın kirli duruşunu
-eğer yeterse gücün-
yasal kaygılarından ve üreme içgüdünden
kanlı apoletlerini sök
yakomazlarda açan bir düş olarak anımsa beni
hegel yüzünden evrimleştik sanalım
tiz serüveninde aşk’ın
günün dağlara yürüdüğü ülkemdi gülüşün
-akılcı ve beyaz bir özgürlüğe benzeyen hani-
utançla siliyorum adımı hatıra defterlerinden
bütün seslerden çekiliyorum sesime değen
suçun her rengiyle yıkanmış lekelere benzediğimiz
ölü yüzleri döküyorum
içimin boşluğuna
ben de söz etmeyi sevmem kendimden
yaka paça kovulduğum her sevinç
ve arsız geçmişimi kabullenişim
epeyce yitik bir hikâyeye benzer
hiç kimseye yakıştıramam anlaşılmayı bu yüzden
gözlerime bakmadan düş yüreğimden
sen, boşluğuna yenilmiş kurşun asker
bilirsin
var olmanın ve ölmenin bin bir türlü yolu vardır
nilüfer altunkaya
ekim 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder