24 Ekim 2010 Pazar

aşk

aşk

Harun Atak’a

bir ortaçağ yangınını yürüdü
keşiş. kanlı hacını sırtlayan isa dedi;
su ahıma dökülsün

buhur ve sabırla saçıldı zaman
ereğin kemikten gövdesinde
savurmadan küllerini
:
Susku

bu manastırdan sonrası Ahiret
yüzünü döktüğün ayna da bilsin
uzağına saplanan sarnıç da

kâğıttan kayığında uyu sen
Şair. biçem sözcüğe aksın
:
Eskil ve Gizil

kanatlarımı meryem’e taktım
o uçsun sonsuzluğu
artık eyüb’e sabır
ibrahim’e su değilim

Bekle…

sızıya düşen tek hecedir bunca şiirden
incinin ıslak ağzıyla Onu öpmeye geldik
sunakta ayin sonrası
kumdan alevden


Nilüfer Altunkaya


(İtalikler; Harun Atak’ın şiirlerinden alınmıştır.)

akatalpa- ekim 2010

karnaval

karnaval

saçları dağınık bir çocuktu aşk
gökler yedi kat yazgılı bulut huzursuz
ve hevesliydi ellerimiz
her tene sorgulayan kendini

örtülerini renk renk soyan
kadınların maskesiydi yaraları
ufka dönüşen adamlar gördük
yatağın sonrasına saplandı kılıçları

yürüdüğümüz bıçak sırtı gülüşüyle ürperdi
karnavalın delisi şarap dans ve ateştendi

neler neler yoktu ki dibinde
çöktüğümüz suların
binlerce yüzle aktığımız gece
gölgesiydi günahın

bunca insan kimyasında salgılanan
şehvet suç ve intihar düş gibi
sokağa taşan çığlıklarda tutku
histeri ve poligami

gözlerinde şizofren senleri gördüm
bir mutlak zamandaydık
cücelere bölünüp palyaço yüzlü
şeytanın insafına sığındık

ve şair çekti tetiği -beratta cheetah-
kan lekeye dönüşürken karnaval bitti

nisan-mayıs 2010-
nilüfer altunkaya

yeniyazı sayı 7

23 Ekim 2010 Cumartesi

kurşun asker ve balerin

yitik zafer

karanlığın yağmura dolanırken
aktığı hiçlikten geldim
ve artık gidiyorum
sen, yarasından tamamlanmış kurşun asker
bilirsin
gelmenin ve gitmenin bin bir türlü yolu vardır

ilk anlamlarını giyinen sözcükler
dansımıza kavuşunca
yorgun duruşundan çoğalttım seni
gecikmişliğime aldırmıyorum

kendimizle yüzleştiğimiz yollardı
-faşizmin kulağını çınlatarak-
yürüdüğümüz sevdamız
başucuna bıraktığımda kızlığımı
anladım ki artık kimse değiliz

ey eksikliğinden çoğalmış kurşun asker

bunca zaman sonra çıkar üstünden
yamalı üniformanın kirli duruşunu
-eğer yeterse gücün-
yasal kaygılarından ve üreme içgüdünden
kanlı apoletlerini sök

yakomazlarda açan bir düş olarak anımsa beni
hegel yüzünden evrimleştik sanalım
tiz serüveninde aşk’ın
günün dağlara yürüdüğü ülkemdi gülüşün
-akılcı ve beyaz bir özgürlüğe benzeyen hani-

utançla siliyorum adımı hatıra defterlerinden
bütün seslerden çekiliyorum sesime değen
suçun her rengiyle yıkanmış lekelere benzediğimiz
ölü yüzleri döküyorum
içimin boşluğuna

ben de söz etmeyi sevmem kendimden
yaka paça kovulduğum her sevinç
ve arsız geçmişimi kabullenişim
epeyce yitik bir hikâyeye benzer
hiç kimseye yakıştıramam anlaşılmayı bu yüzden

gözlerime bakmadan düş yüreğimden
sen, boşluğuna yenilmiş kurşun asker
bilirsin
var olmanın ve ölmenin bin bir türlü yolu vardır

nilüfer altunkaya
ekim 2010