şiirle
şiirle başlar acı
oylumunda sesin ve hızın
tutkuyla damlar geceye
yıllarca sürmüş hüzün
yıllarca yüzyıllarca
akar boşluğa gözlerin
susan fotoğraflarda
şiirle başlar acı
güle kanatır yüreğini kırmızı
keskin çığlıklar bize
dönüşsüz yollardır
kim bilir giydiğin anlamı kusan
hangi sevdadır yalanı seçer
ellerin dolanır akla karaya
şiirle başlar acı
gezinir aramızda kullanılmış ruhlar
tutuşur yangınsız kör inatçı
kimdedir eksik yanımız
eksik ve azaltılmış sinsice
aynı sabahın ufkunda
yaralı atlar gibi kurşun bekleyen
yalnızlığımız
güne döndüm sesinle
ağardım utancımdan
güneş kondu serindim
çiçek içinde deniz kokusu
uyanmak neymiş ki düşten
salıncağında çocukluğumun
elini bıraktım yağmurun
kanatlar koptu her bir yanımdan
şiirle başlar acı
aşk gurursuzca aldatır
insanlığımızı
aynalardan sızar utançla sevişen
sokakları kaçar suçsuzca
eskitir yaşamak telaşını
çekilir dalgalar çekildikçe
şiirle aşk ölüm vesaire
01-03 / 26 -05 / 2006
ESKİŞEHİR
31 Ocak 2009 Cumartesi
aşka rapsodi
aşka rapsodi
eski bir bahar duruyordu pencerenin kıyısında
sesine çağırdın yaralı
geldi
kayıp kimliğin bedenin eksik
güneş kahredici bir leke yoktun aynada
aynada oda çıplak dumandın renklerde darmadağın
az sonra kucaklaştın kendinle
yitirmişken aldığın bir mektup gibi
çay bahçesi serinliğinde okundukça silinen
ölü seslerin çınladığı telefon
sorgularda kelepçelendiğin o umut gibi
kapını çalacaktım
bir meyve bulmuştuk oynarken çocukluğumuzla
kimse görmeden koparılmış dalından kimse tatmadan unutulmuş
sanki yalnız biz vardık masalında yeryüzünün
uyandırıp öfkeyle sarsmak içindik insanlığı
ağlıyordu saçlarında gizil elveda ağlıyordum cezbeye tutulmuş gibi
bir sır saklıyorduk delice bilmediğimiz
başka yer başka zaman içine daldığımız bugünden iz taşımayan
nasıl yaşarım artık kim bilir ayağıma dolanan bu eller
çırpındıkça saplandığım kaldırımlar
kendimi acımadan savurduğum boşluktan
nasıl uyanırım parçalanmadan
okşuyorum sesini kayganlığı yosun tutmuş su gibi
içinde balıklar cilveleşiyor pulları gümüş
ellerin kuşkulu yanılgıda düşlerin
zaman yalınayak koşan bir ezgi insan o ezgide bir tını
sen tüm bunlarsın gibi ölüyor dudaklarım ardından
yorgun sevdasında vadilerin aktı nehirler kurudu sonra
küçüldü şu yaşlı memeleriyle acımızı pençeleyen toprak
devrildi pişkin uçurumlardan yaşamın yankısı
ezildi avuçlarında yüreğim atışıydı yalnızlık
artık inanmayan gözleri çatladı yalnızlığımda eşkalinin
bir zaman kıştı epeyce suskun
sözcükleri birbirine dikecektim yüzüme baksan
kapını çalacaktım çamurlu yollarında gençliğimin unutup bir yanını
bir yanını gazete sayfalarında buzdan bir heykelin gözyaşlarında bir yanını
hem yağmur hem deniz ıslatırken gerçeğe bağlandığımız halatı
o deniz fenerinin çığlığında unutup bir yanımı
baharın gözyaşlarıyla şiirler yazacaktım
oda. odada bir masa. masada her kitap ayrı bir yaprak insanlık ağacından
aynı an bu yıllar öncesiyle. kısa bir an kirpiklerinin değmesi kadar birbirine
ölüyor duvardaki resimler perdeler dökülüyor. kanıyor kapılara girişin
kitapta mutlak sevda. iki kesik baş gibi kadınla erkek
gözleri var bakışı yok. bedeni var duygusu yok
aşkı vur. bir kent yanıyor aldanışında utancıyla geçmişinin
arada bir elini uzatıyor kadın. ince uzun iri kemikli ölmüş de yaşamış gibi
alnına yüzyıllarla kutsanmış sıcaklığı değiyor
eski bir bahar durmuyordu pencerede diyorsun
göremedim ışıktan yalnızlıktan yasaktı belki ondan
çocuktum kasımda ölmüştü babam paçaları karanlıktı
ayaklarım saplanıyor çamura belki ondan
eskiyor yüreğim iki hasret arasında
oysa çağırdın. geldim. gelmedim
gelmedim. oysa çağırdın. çağırmadın.
aldırma suçsuz olmamıza şiirle asacaklar bizi
eski bir bahar duruyordu pencerenin kıyısında
sesine çağırdın yaralı
geldi
kayıp kimliğin bedenin eksik
güneş kahredici bir leke yoktun aynada
aynada oda çıplak dumandın renklerde darmadağın
az sonra kucaklaştın kendinle
yitirmişken aldığın bir mektup gibi
çay bahçesi serinliğinde okundukça silinen
ölü seslerin çınladığı telefon
sorgularda kelepçelendiğin o umut gibi
kapını çalacaktım
bir meyve bulmuştuk oynarken çocukluğumuzla
kimse görmeden koparılmış dalından kimse tatmadan unutulmuş
sanki yalnız biz vardık masalında yeryüzünün
uyandırıp öfkeyle sarsmak içindik insanlığı
ağlıyordu saçlarında gizil elveda ağlıyordum cezbeye tutulmuş gibi
bir sır saklıyorduk delice bilmediğimiz
başka yer başka zaman içine daldığımız bugünden iz taşımayan
nasıl yaşarım artık kim bilir ayağıma dolanan bu eller
çırpındıkça saplandığım kaldırımlar
kendimi acımadan savurduğum boşluktan
nasıl uyanırım parçalanmadan
okşuyorum sesini kayganlığı yosun tutmuş su gibi
içinde balıklar cilveleşiyor pulları gümüş
ellerin kuşkulu yanılgıda düşlerin
zaman yalınayak koşan bir ezgi insan o ezgide bir tını
sen tüm bunlarsın gibi ölüyor dudaklarım ardından
yorgun sevdasında vadilerin aktı nehirler kurudu sonra
küçüldü şu yaşlı memeleriyle acımızı pençeleyen toprak
devrildi pişkin uçurumlardan yaşamın yankısı
ezildi avuçlarında yüreğim atışıydı yalnızlık
artık inanmayan gözleri çatladı yalnızlığımda eşkalinin
bir zaman kıştı epeyce suskun
sözcükleri birbirine dikecektim yüzüme baksan
kapını çalacaktım çamurlu yollarında gençliğimin unutup bir yanını
bir yanını gazete sayfalarında buzdan bir heykelin gözyaşlarında bir yanını
hem yağmur hem deniz ıslatırken gerçeğe bağlandığımız halatı
o deniz fenerinin çığlığında unutup bir yanımı
baharın gözyaşlarıyla şiirler yazacaktım
oda. odada bir masa. masada her kitap ayrı bir yaprak insanlık ağacından
aynı an bu yıllar öncesiyle. kısa bir an kirpiklerinin değmesi kadar birbirine
ölüyor duvardaki resimler perdeler dökülüyor. kanıyor kapılara girişin
kitapta mutlak sevda. iki kesik baş gibi kadınla erkek
gözleri var bakışı yok. bedeni var duygusu yok
aşkı vur. bir kent yanıyor aldanışında utancıyla geçmişinin
arada bir elini uzatıyor kadın. ince uzun iri kemikli ölmüş de yaşamış gibi
alnına yüzyıllarla kutsanmış sıcaklığı değiyor
eski bir bahar durmuyordu pencerede diyorsun
göremedim ışıktan yalnızlıktan yasaktı belki ondan
çocuktum kasımda ölmüştü babam paçaları karanlıktı
ayaklarım saplanıyor çamura belki ondan
eskiyor yüreğim iki hasret arasında
oysa çağırdın. geldim. gelmedim
gelmedim. oysa çağırdın. çağırmadın.
aldırma suçsuz olmamıza şiirle asacaklar bizi
15 Ocak 2009 Perşembe
şiirlerim-5
pandomim
kağıt gemilerimizi yağmur üfledi mayestro
korkulu çığlıklardı yüreğimiz
yeşil kirpiklerine o küçük kızın
gözyaşı oldun bilmedi kimse
kemanlar çiziyorum ay ışığına
çalarsın şarkımı bir gün
öyle şiirler yazdım ki
aşk kadehine o eski acı
her dizede yine hüzünsün
bir yalan yüz edindin kendine
insan içinde gülen aynadan korkan
çalmıyor kapı telefon suskun
neler yükledin bu yalnızlığa
bilmedi kimse
denizden es martı çağır çocukluğuma
sevda acısız olmaz yaşamadan ölmez insan
ne büyük bir yangın tutuştu sınırlarımız
çaresiz gece gibi alkışlıyorum seni
susunca armoni kapanınca perde
ve şiir hançerse içimizde
en iyisi unutmak olan biteni
Nilüfer ALTUNKAYA
kağıt gemilerimizi yağmur üfledi mayestro
korkulu çığlıklardı yüreğimiz
yeşil kirpiklerine o küçük kızın
gözyaşı oldun bilmedi kimse
kemanlar çiziyorum ay ışığına
çalarsın şarkımı bir gün
öyle şiirler yazdım ki
aşk kadehine o eski acı
her dizede yine hüzünsün
bir yalan yüz edindin kendine
insan içinde gülen aynadan korkan
çalmıyor kapı telefon suskun
neler yükledin bu yalnızlığa
bilmedi kimse
denizden es martı çağır çocukluğuma
sevda acısız olmaz yaşamadan ölmez insan
ne büyük bir yangın tutuştu sınırlarımız
çaresiz gece gibi alkışlıyorum seni
susunca armoni kapanınca perde
ve şiir hançerse içimizde
en iyisi unutmak olan biteni
Nilüfer ALTUNKAYA
şiirlerim-4
yolculuk
dokunduğumda su oluyorsun
öptüğümde yolculuk
bu acıya düştüm eyvah
yakamda suç gölgemde yangın
güneş batarken iklim iklim tutuşuyorsun
sınırlar ötesi bedenin gayrısı yok
et kemiğin kan yüreğin
can cana yoldaş umut ekmeğe
şarap tadına karışınca yağmur kokusu
sokaklarında uyuduğum şehir gözlerin
biten sözdür kapanmış kapı
kurşun yağan gece ölümsüz kar
bedelini ödediğin yalnızlık
bize sır bize korku
elsiz ayaksız gidişin
seyreyle halimizi nicedir kayıp
yürüdüğüm yollar kördüğüm
vardığım adres yitik
hangi bir hasreti kucaklayıp git
dağların göğsünde uyut
Nilüfer ALTUNKAYA
2005 ESKİŞEHİR
dokunduğumda su oluyorsun
öptüğümde yolculuk
bu acıya düştüm eyvah
yakamda suç gölgemde yangın
güneş batarken iklim iklim tutuşuyorsun
sınırlar ötesi bedenin gayrısı yok
et kemiğin kan yüreğin
can cana yoldaş umut ekmeğe
şarap tadına karışınca yağmur kokusu
sokaklarında uyuduğum şehir gözlerin
biten sözdür kapanmış kapı
kurşun yağan gece ölümsüz kar
bedelini ödediğin yalnızlık
bize sır bize korku
elsiz ayaksız gidişin
seyreyle halimizi nicedir kayıp
yürüdüğüm yollar kördüğüm
vardığım adres yitik
hangi bir hasreti kucaklayıp git
dağların göğsünde uyut
Nilüfer ALTUNKAYA
2005 ESKİŞEHİR
şiirlerim-3
beklediğin
yağmurdan sonra maviydin
rüzgâr çıkana kadar en çok
susamış bir pınara varmıştın
su görmedi yüzünü
ben gördüm
yalnızlıktı özgürlüğün tutun
bir inat dağ ovalarına
savur kokunu utancını
beklediğin koca bir yaşamdı
gün değmedi tenine
ben değdim
seninle umudun renkleri gülmenin
sözcükleri boyadığın gün bitimleri
sabırla başucunda yanıp söndüğüm
ses duymadı sesini
ben duydum
avun şimdi koca adam
saçlarında gecenin teri
yüreğinde sözcüklerin sitemi
karanlıklara bastır öfkeni
yıllar akmadı boşluğa
ben aktım
Nilüfer ALTUNKAYA
07.04.2008
yağmurdan sonra maviydin
rüzgâr çıkana kadar en çok
susamış bir pınara varmıştın
su görmedi yüzünü
ben gördüm
yalnızlıktı özgürlüğün tutun
bir inat dağ ovalarına
savur kokunu utancını
beklediğin koca bir yaşamdı
gün değmedi tenine
ben değdim
seninle umudun renkleri gülmenin
sözcükleri boyadığın gün bitimleri
sabırla başucunda yanıp söndüğüm
ses duymadı sesini
ben duydum
avun şimdi koca adam
saçlarında gecenin teri
yüreğinde sözcüklerin sitemi
karanlıklara bastır öfkeni
yıllar akmadı boşluğa
ben aktım
Nilüfer ALTUNKAYA
07.04.2008
14 Ocak 2009 Çarşamba
şiirlerim-2
sedef
sen de çocuktun bu aşkta
yitirdin yolunu
yaralı kuş vurdu dallara sesin
mavi serinliğinde toprağın ve suyun
yüzyıllarca bekledin
her umudun baş uncunda
küf kokulu yasemin
bekledin beyaz teninde kadının
soyut bir resimdin
içi oyulmuş yüzü solgun
mutfak balkonundan silkeledi yazgısını
sevdi sevdiğin çizgiyi yanılgıyı
getirdi kendisiyle
kristal boşluğundan geçmişin
saçları uzamayan çocuk
kayalara değmeden aktın içimden
gün yüzlü kelebekler saçılınca gülüşünden
serpti yüzüne tenini
aynaya döktü güzelliğini
yoruldu beklemekten kadın
sedef oldu gelmedin
Eylül 2006
Nilüfer ALTUNKAYA
sen de çocuktun bu aşkta
yitirdin yolunu
yaralı kuş vurdu dallara sesin
mavi serinliğinde toprağın ve suyun
yüzyıllarca bekledin
her umudun baş uncunda
küf kokulu yasemin
bekledin beyaz teninde kadının
soyut bir resimdin
içi oyulmuş yüzü solgun
mutfak balkonundan silkeledi yazgısını
sevdi sevdiğin çizgiyi yanılgıyı
getirdi kendisiyle
kristal boşluğundan geçmişin
saçları uzamayan çocuk
kayalara değmeden aktın içimden
gün yüzlü kelebekler saçılınca gülüşünden
serpti yüzüne tenini
aynaya döktü güzelliğini
yoruldu beklemekten kadın
sedef oldu gelmedin
Eylül 2006
Nilüfer ALTUNKAYA
şiirlerim
aslında
bir selamdı sabah
terli isteksiz uyandığım
üzerime titreyen ışığını
üfleyip söndürürken
damla damla yaşlandı çocukluğum
yağmurlu bir nisan gibi
eve gelip de babam elinde filelerle
ölümü ve sonrasını masaya bırakırken
saçlarım öyle çok uzadı ki
sığmadı rüzgârlara
sarı bir yüzde yalnızlığım
ağlar mı beni yeniden
çiçekler içinde bahar
sana koşan bir çocuk
sustun sözünü aslında
buluta sarar gibi toprağı
ellerin korkardı tenimden
Nilüfer ALTUNKAYA
04.2007/2008
bir selamdı sabah
terli isteksiz uyandığım
üzerime titreyen ışığını
üfleyip söndürürken
damla damla yaşlandı çocukluğum
yağmurlu bir nisan gibi
eve gelip de babam elinde filelerle
ölümü ve sonrasını masaya bırakırken
saçlarım öyle çok uzadı ki
sığmadı rüzgârlara
sarı bir yüzde yalnızlığım
ağlar mı beni yeniden
çiçekler içinde bahar
sana koşan bir çocuk
sustun sözünü aslında
buluta sarar gibi toprağı
ellerin korkardı tenimden
Nilüfer ALTUNKAYA
04.2007/2008
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)